Bir gün arayla, önce Bursa İnegöl’de ardından Hatay Dörtyol’da yaşanan saldırılar, Kürtlere yönelik devlet ve hükümet politikasının “gerek duyulduğunda” Kürtleri linç etme girişimlerine nasıl kolaylıkla kaynaklık edebildiğini bir kez daha kanıtladı.
Bursa’nın İnegöl ilçesinde önceki gece başlayıp dün sabah saatlerine kadar süren ve Kürt yurttaşlarımızı hedef alan olayların ortaya çıkışına ilişkin ayrıntılar yavaş yavaş belirginleşmeye başlarken, dün BDP’yi de hedef alan bir saldırı daha yaşandı. Hatay’ın Dörtyol ilçesinde dört polisin ölümüyle sonuçlanan saldırı sonrasında Dörtyol BDP binası, medyanın yakıştırmasıyla, yine “öfkeli vatandaşlar” tarafından yakıldı.
İnegöl’de ve Dörtyol’da yaşananlar, AKP hükümetinin Kürt sorununu “terör ve asayiş” sorununa indirgemeye çalıştığını, fakat asıl terörün bizzat devlet ve hükümet güçleri tarafından Kürtlere uygulandığını gösterdi. AKP, atılan her adımın Kürt-Türk çatışmasını ateşlediği gerçeğini gizlemeye ve bir yandan da gelişmelerden nemalanmaya çalıştı.
İnegöl’de ve Dörtyol’da yaşananlar, Kürt sorununun çözümünde “Demokratik Açılım” ile yol alındığı iddialarını çürütmesine rağmen, AKP cephesinde Kürt sorunu ekseninden özenle kaçınılarak, gelişmeler hakkında yapılan değerlendirmelerin odağına “referandum sürecinin provoke edilmesi” yerleştirildi.
Olayların geri planında ne var
AKP hükümetinin, AKP’li yerel yöneticilerin, devlet bürokrasisinin ve medyanın İnegöl’deki linç girişimcileri hakkında çeşitli “hafifletici” girişimlerde bulundukları gözlendi. Saldırılar, “bir anlık yanlış anlama”, “bir gençlik grubunun yaptığı yanlış”, “vatanını milletini sevenler”, “restorandan çıkan içkili grup”, “18 yaşın altındaki çocuklar” gibi özenle seçilmiş ifadelerle açıklanmaya çalışıldı.
AKP’nin konuya ilişkin bir ileri adımı ise, konuyu referandumda “evet” sonucu çıkmasının engellenmeye çalışılmasına bağlaması oldu. Sahne önündekiler “öfkeli vatandaş” söylemiyle aklanmaya çalışılırken, sahne gerisinde olup saldırılara yol açanların varlığı gündem edilerek, bunlar, ülkenin siyasi gidişatına yön vermeye çalışan “derin güçler”le açıklanmaya çalışıldı. Böylelikle bir toplumsal olay daha, “Ergenekon”a bağlanmaya çalışıldı.
İnegöl’de yaşananlar Kürt yurttaşlara yönelik saldırıların ufak bir kıvılcımla dahi başlatılabileceği gerçeğine işaret ederken, gerilimin başlangıcı ve tırmandırılması konusunda birkaç farklı şey söylendi.
Gerilime neden olduğu söylenen etmenlerden ilki, ilçedeki ağırlıklı olarak Kürtlerin çalıştığı minibüs hatlarının onların elinden alınmaya çalışıldığı oldu. Dile getirilen bir diğer etmen ise, Kürt ailelerin yaşadığı Huzur Mahallesi’nin kentsel dönüşüm kapsamında olduğu ve bölgeden çıkarılmalarını kolaylaştırmak için çeşitli başlıklarda gerilim üretildiği idi.
Bu tetikleyici etmenlerin üzerine çıkan kavga, medyanın geçtiği ilk haberlerde, Kürt minibüs şoförünün faşistlerce dövüldüğü atlanarak sadece, daha çok Türklerin gittiği bir kahvenin “bıçaklı-sopalı” Kürtler tarafından basıldığı ve altı kişinin yaralandığı şeklinde verildi. Daha sonra gözaltına alınan Kürtlerin kendilerine verilmesini isteyen ve ilçeyi yakıp yıkan, sayıları beş bine ulaştığı söylenen saldırgan kitlenin büyük çoğunluğunun ise, MHP’nin, referandum çalışması kapsamında İnegöl’e bağlı iki beldede MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin katılımıyla düzenlediği toplantılardan çıkanlar olduğu daha sonra ortaya çıktı.
AKP, Kürt yurttaşlara yönelik linç girişimini referanduma meze yaptı
Dün AKP cephesinin, hem İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve hem de AKP Bursa İl Başkanı Sedat Yalçın tarafından yapılan açıklamalarında, İnegöl’de yaşananlar, referandum sürecine bağlandı.
AKP Bursa İl Başkanı Sedat Yalçın, “bir anlık yanlış anlama sonucu patlak veren olaylar provokatörlerin girişimleriyle etnik amaçlı kavgaya dönüştürülmek istenmiş ve yıllardır birlikte yaşayan kardeşler arasında istenmeyen üzücü görüntüler ortaya çıkmıştır. Ülke olarak çok hassas bir dönemden geçmekteyiz. 12 Eylül referandumu sürecinde ülkemizin birlik ve beraberlikle huzur ortamına zarar vermek isteyen şer güçler, bu ve buna benzer küçük tartışmaları fırsat bilip provokasyon amaçlı eylemlerde bulunmaktan kaçınmayacaklardır” dedi.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, İnegöl olaylarının 12 Eylül günü yapılacak referandumla ilgili olabileceğini öne sürüp, “kimler bu tahrikleri yaptılar, niçin oluyor? Bunun detaylarına ineceğiz. Gece bazı restoranlardan çıkan insanlar, bir kısmının da içkili falan olduğu yönünde bilgiler geldi, ama bu araştırmalar iyice yapılacak. Özellikle halkoylaması sürecinde bu tür şeylerin olabileceğini tahmin etmek zor değil. Tabii biz de o konular üzerinde hassasız. Güvenlik açısından bütün dileğimiz, bu halkoylaması sürecinde hem bütün siyasi partilerimizin, çalışma yapacak herkesin, çalışmasını rahatça, güvenlik içinde, huzur içinde yapmasını sağlayacağız, hem de bütün vatandaşlarımızın hiçbir endişe ve korku olmadan sandığa gitmesini sağlayacağız. Çok yoğun bir çalışmamız var” diye konuştu.
Dün Başbakan Erdoğan’ın da, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı Başbakanlık Resmi Konutu’na çağırarak İnegöl’de yaşananlar hakkında bilgi aldığı, görüşmede ayrıca, referandum sürecinde alınacak güvenlik önlemlerinin konuşulduğu öğrenildi. Resmi bir açıklama yapılmadığı halde görüşmenin içeriğinin basına bu şekilde yansıtılması, İnegöl’de yaşananların AKP tarafından referanduma meze yapılmaya çalışıldığını düşündürdü.
BDP: İnegöl, Kürtleri hedef gösteren açıklamaların sonucudur
BDP yaşananlarla ilgili olarak, başta AKP olmak üzere, siyasi aktörleri sorumlu tuttu. Olayların ortaya çıkış nedeninin, iddia edildiği gibi “esnaf kavgası” değil, özellikle son dönemde ırkçılık kokan ve Kürtleri hedef gösteren sorumsuz açıklamalar olduğu vurgulandı.
Partilerinin ve tabanlarının bu tür provokasyonlara karşı kendini koruyan ve savunan pozisyonda olunacağı ve halklar arası bir çatışmaya mahal vermemek için sağduyunun elden bırakılmayacağı belirtilen açıklamada, “oldukça tehlikeli sonuçlara yol açacak bu tür olayların yaşanmasında siyasetçilerin sorumluluğu bulunmaktadır. Bu vesile ile siyasetçileri toplumu kışkırtan sorumsuz açıklamalardan vazgeçmeye çağırıyor, İnegöl’de Kürtlere karşı yaşanan saldırı ve linç girişimini kınıyoruz” ifadelerine yer verildi.
BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de, İnegöl’de Kürt yurttaşlara yönelen saldırıları, İstanbul’da 1955 tarihinde Türk milliyetçilerinin azınlıklara karşı katliama giriştiği 6-7 Eylül olaylarına benzetti. Tuncel, “başta Başbakan’ın ve MHP Genel Başkanı’nın demeçleri, verdikleri mesajlar, halk arasında çatışmayı körükleyecek düzeyde. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Türklerle Kürtler arasında bir duygu kopuşunun olduğuna daha önce dikkat çekmiş, bu konuda sorumlu davranılması gerektiğini belirtmiştik. Ama siyasi iktidar ve MHP bu yaklaşımlarını devam ettirdi. Bu yaklaşımlar sonucu linç kültürü oluştu. Bu linç kültürü aslında bugünle alakalı değil. Son bir yıllık haberlere bakarsanız, en küçük bir vaka Türk-Kürt meselesine dönüştürülüyor ve Kürtlerin aleyhine kadar götürülüyor. Kürtlerin linç edilmesi, işyerlerinin yakılması, evlerinin taşlanması, milliyetçilerin ne kadar pervasızlaşan bir noktada olduklarını gösteriyor” diye konuştu.
Medya yine görevini yaptı, çarpıttı…
İnegöl olaylarına ilişkin ayrıntılar belirginleştikçe medyanın olaylara yaklaşımı ve habercilik dili de iyiden iyiye deşifre oldu.
Gelişmeleri en objektif biçimde aktardığı zannı uyandırmaya çalışan gazetelerde bile, örneğin, aynı gün, saldırıların hemen öncesinde, belediye başkanlıkları MHP’nin elinde bulunan İnegöl’e bağlı Yenice ve Cerrah beldelerinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin katılımıyla, referandum konulu toplantılar düzenlediği, saldırılara ön ayak olanların bu toplantılardan çıkanlar olduğu bilgisine yer verilmedi.
AKP yanlısı basın bile, Kürt sorunun devlet politikası olduğu gerçeğini kanıtlarcasına, AKP lehine yorumlanmaya “müsait” bu durumu ilk haberlerinde değerlendirmeye katmadı. Kürtlere ve sola saldırılarda devletin sokak gücü olmaya devam eden ülkücüler, bir ilk refleks olarak, “korumaya alındı”.
Saldırıya uğrayan Kürt yurttaşları “Doğu kökenliler, “Güneydoğulular” türü sözcüklerle nitelendirirken, saldırıları gerçekleştiren, Kürtlere ait iş yerlerini yakıp evlerini taşlayan ülkücülere “vatandaş” diyen gazetelerin haber dili tepki uyandırdı.
Kimi basın-yayın organlarının haberlerinde ise olayları tırmandıranların ve ardından da göz altına alınanların 18 yaşın altında çocuklar olduğu iddiası öne çıkarılarak, “taş atan Kürt çocuklar”a gönderme yapıldı.
Vali Harput, faşist saldırganlar için “vatanını, milletini sevenler” dedi…
Bursa Valisi Şahabbettin Harput’un, olaylara ilişkin, “vatanını, milletini sevdiğini söyleyenlerin bu olayları çıkarması düşündürücü” demesi, Kürtlere yönelik saldırıları kışkırtanların suçunu hafifletmeye yönelik bir tanımlama içerdiği için, başta DTP olmak üzere duyarlı kamuoyunun tepkisini çekti.
Bu sözleri söylediğini daha sonra inkâr eden Bursa Valisi Şahabbettin Harput ayrıca, “bir gençlik grubunun yaptığı yanlış, üzüntü vesilesi olmuştur. Olayın gerisinde yanlış anlamaya dayalı provokasyon vardır. Yöneticilerimiz olabildiğince aklıselim çalışmış, olayların daha da büyümesi engellenmiştir. Birçok kişi, bu olayın gerçek yüzü anlaşılınca, ‘ya, biz ne yaptık, bize hizmet eden devletimizin aracına nasıl saldırdık’ diyeceklerdir. Burada bir oyun, bir tuzak vardır” demişti.
(soL-Haber Merkezi)