Aleviliği yaşatan gerçek dedeler ve bu yolda yozlaşanlar: Şarlatan Baki Güngör ve fedaileri.

1990’lardan sonra Alevilikle ilgili bir takım yeni gelişmelerin olması, özellikle 2 Temmuz 1993’teki Sivas Toplu Can Kıyımı’ndan sonra bir patlama yaşayan Alevi Bektaşi örgütlülüğü, peş peşe yapımı gündeme gelen cemevleri, kamuoyunda özellikle basının etkisiyle Alevilik konusunun yoğun bir şekilde işlenmesi, anlatılması bu konuda bambaşka gelişmelerin de önünü açtı.
Aleviliğin bel kemiği, olmazsa olmazı olan dedelik; buna bağlı olarak zakirlik, ozanlık, Bektaşilikte dervişlik, babalık son dönemlerde daha fazla popüler bir kimliğe sahip olarak yeniden hatırlandı.
Bir arayış içinde olan, kimliğini yaşamak, haykırmak için daha rahat bir zemin bulan Alevi kitlesi de kendini şu veya bu şekilde ifade etmek, inancını yaşamak, görünür alana çıkmak için bu imkânları kullanmak istediler tüm masumluklarıyla.
Alevi Bektaşi toplumunda; bir mürşide yani yol gösterici bir kâmil insana yaklaşmak, ondan feyz almak, ilham almak, ulu erenlerin kurmuş olduğu bu yolda yine onların yoluna hizmet eden ve ruhen, ahlaken çok temiz ve saf olduğunu inanılan pir, mürşit, rehber denilen dede, baba, derviş, kamber olarak da anılan bazı inanç önderlerine bağlılık biraz da inançtan gelen bir davranış biçimidir.
Bu toplum; cemlerde, muhabbet meydanlarında bilgisi ve görgüsüyle de Alevi Bektaşi Yolu’nu yaşatan bu inanç ve toplum önderlerinin çevresinde toplanıp onlardan aldıkları ilhamla, güçle de bu yola daha çok sarılmış ve Yol’a birlikte gitmişlerdir.
Ama her şeye rağmen Yol Cümleden Uludur şiarıyla bu inancın, kültürün yani Yo’lun değerlerinin, kurallarının, öğretisinin kişilerin birer birer hepsinden üstün olduğuna inanmışlardır. Hatta çok da çarpıcı bir örnekle, Alevi Yol’unda bu konunun çok ama çok önemli olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnek tarihler boyunca hep anlatıla gelmiştir. Bir meseleden dolayı Şehitler Serdarı Hz. İmam Hüseyin’in hem babası Evliyalar Şahı Hz. Ali’yi, hem de İki Kainat Serveri İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’yı dara kaldırdığına inanılır. Yani Alevi Bektaşi Yolu, akılcıl bir yol olarak, kişilerin tasallutu altında olmayan, kolektif bir bilinç ve aklın, ruhun bir yansıması olarak, bilimin (ilmin) rehberliğinde yol almış, her zaman çağını aşabilmiş bir öğretidir. Bu nedenle Alevi Bektaşi Yolu kendisini koruyabilmiş, bugünlere gelmiş, diğer inanç sistemlerinin içinde boğulduğu “bu inanç çağımıza yanıt veriyor- vermiyor” tartışmalarını aşabilmiştir.
Ama elbette yeryüzünde hiçbir şey mükemmel değildir. Alevi Bektaşi Yolu’nun kurucuları, sürdürümcüleri, bu yolun kurallarını, kaidelerini, olmazsa olmazlarını gösteren bu yolun öncüleri olan erler, pirler, ozanlar, mürşitler, kamberler benlikten geçip, kemliği yenip insan olmanın erdemine ulaşabilen önderlerdi. Onların diğer benzerlerinden ayrılan en önemli vasıfları da buydu.
Aleviliğin Hümanizması da bu insan sevgisine dayanan öğretide; yani bu yolda öncü insanların kâmil insanlar olarak tüm insanlığı ve kâinatı kucaklayabilmelerinde gizliydi.
Menfaat, benlik, çıkar bu yolun kurucularında yoktu, gerçek anlamıyla yola hizmet edip bir derviş gibi yaşamak; kelime şimdilerde sadece evlenmeyip, bekâr olarak bu yola hizmet etmek olarak anlaşılsa da, gerçek anlamıyla bu dünyanın tüm ziynetinden geçip varlık şaşasının ötesinde bundan tecrit olmuş olan mücerretler bütünüydü bu yolun öncüleri.
Yani evlensen ne olur, evlenmesen ne olur, bir tekkenin postnişini olsan ne olur, olmasan ne olur, bu yolda. Hepsinin temel özelliği bir beklenti içinde olmadan, saf bir şekilde bu Ulu Yola hizmet etmekti. Onları farklı kılan da buydu. Tüm yol kurucuları emeğiyle geçinen ve ocaklarında, dergâh ve tekkelerinde en az herkes kadar bedenen bu çalışan, alın teriyle emeğinin kutsallığını gösteren örnek insanlardı. Nitekim Serçeşme Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli zaten çobanlık da yapmıştı, dergahında dervişleriyle birlikte her işin elinden de tutmuştu. İstisnasız tüm eren, evliya gibi ünlenen ulu şahsiyetlerin her birisinin bir mesleği, işi de vardı. Onlardan birisi olan Ahi Evran da deri işleriyle uğraşan nihayetinde bu işin piri olarak kabul edilen bir emektar değil miydi?
Onların bulunduğu bu er meydanı, miskinler tekkesi değildi yani.
Ar, namus, haya, hoşgörü, alınteri, diğergamlık, çalışkanlık, küçükleri korumak, hayvanları ve tüm doğayı dünyayı sevmek, korumak, bu önderlerin en temel vasıflarıydı.
Nihayetinde de, yüzyıllar boyunca pir, dede, rehber, mürşit, derviş gibi isimleri olan o öncü kurucuların ocağından, yolundan, soyundan, izinden giden insanlar da işte aynı ilkeyi tüm Anadolu ve Balkanlar’da yaşattılar, bu kutlu yolu bugüne kadar getirdiler. Onların emekleri gerçekten ama gerçekten ödenemez, çok büyüktür.
Cumhuriyet döneminde de, bugünler de bu yola hizmet eden birlerce insan oldu. Bu Alevi Bektaşi toplumunu birlik/beraberlik duygusuyla ayakta tutan bu insanlar çok önemli.
Son otuz yılda derneklerin kurulması, cemevlerinin yapılması, Alevilerin örgütlenirken kendi kimliklerini yaşama istekleri, bir zamanlar daha gizli olan dedelik kurumunu yeniden iyice gündeme taşıdı.
Tamı tamına nacizane son otuz yılın abartısız canlı tanıklarından birisi olarak dedelerin de, babaların da yaşadıkları süreci takip etmeye adayan ve bu yolda çalışan birisi olarak aslında birçok tespitlerim oldu bu konuda.
Bu alanda Cem Vakfı çalışmaların öncülüğünü yaptı. Gerçekleştirdiği 6 uluslararası toplantıyla, yüzlerce gezi, ziyaret, söyleşi vs. diğer etkinlikleriyle tarihi bir misyonu üstlenip, bu konuda inkâr edilemez çalışmaların önünü açtı.
Cem Dergisi’nde, Cem Radyo’da, Cem Tv.’de dedelik, babalık konularında önemli gayretler gösterildi, emekler verildi.
Nacizane Cem Vakfı’nda bu işlerin genel koordinatörlüğünü yapan birisi olarak, hem bu çabalar içinde çok şeyler öğrendim, hem de sanırım bu alanda en yoğun emeği verenlerden birisi oldum. (Aynı samimiyet ve gayretle Cem Vakfı’nın tüm emektarlarını ve bünyesinde çaba gösteren mesai arkadaşım Dilek Karagöz Hanım’ın üstün hizmetlerini, Eylem Onat kardeşimin gayretlerini zikretmek zorunluluğum vardır.)
Ama benimkisi; bana verilen bir görevi çok mu çok aşan, bir aşk halinde yukarıda söylediğim nedenlerden dolayı, o erenlerin yolunu sürenlerin bilgisini derlemek, topluma aktarmak, kayıt altına almakla da sınırlı kalmayan benim de hayatımın en uzun süreli bir sevda serüveninin adıydı bu gayretler. Tarihinde ilk kez Cem Radyo’da en uzun süreli dedeler, babalar programlarını hazırlayıp- sundum. Üst üste 5 sene Muharrem Sohbetleri’ni, hazırlayıp sundum. Cem Vakfı’ndan hiçbir harcırah ve destek verilmediği halde yine dede ‘ve babaların benim çabamı görmeleri sonucunda, bana sahip çıkmaları sonucunda yüzlerce hanenin bir evladı olarak alan çalışmalarını yaptım. (Bu konuda Cem Vakfı bünyesinde en büyük hizmeti yapan Hakk Saygı Baba’yı anmak zorundayım.) Tümüyle kişisel imkânlarımla, bunun önemini görmek üzere, gece – gündüz, tatil, hafta sonu dinlemeden, tüm cemleri kaydetmek, dedelerin, babaların, ozanların bilgilerini derlemek, yazılı hale getirmek, onları topluma aktarmak gibi insanüstü gayretlerim oldu.
Bazen de kimseden mürüvvet beklememek gerekir; zaman zaman Cem Vakfı yönetimi tarafından nankörce inkâr edilse de, olayın kamuoyuna mal olması adına, sağlığımı hiçe sayarak, maddi beklenti içinde olmadan, büyük ve benzersiz bir gayret gösterdim. Bunun bedelini de ödedim.
Bu gayretleri içinde, nice nice şeyler öğrenip, hayatın en önemli tecrübelerini yaşarken, tanık olduğum yanlışlar ise beni derinden sarstı, üzdü, düşündürdü.
Gerçekten çok iyi niyetlerle hareket eden Cem Vakfı, aynı zamanda hem dedelik, hem de bu yol için olumsuz olabilecek bazı adımların atılmasına göz yumdu.
Olayın kişisellikle bir alakası yoktur can dostlar; Ali Rıza Uğurlu’nun tümüyle kişisel tasarruflarıyla yaptığı çok ciddi yanlışlara, Cem Vakfı yönetimi müdahale etmediği için hem bu konudaki bazı eylemlerle, hem Cem Vakfı, hem de dedelik ve Alevilik zarar gördü. Bu işin detaylarına bu yazıda girmeyeceğim.
Ali Rıza Uğurlu’nun tümüyle ısrarı, kişisel tasarrufları daha da doğrusu kendince kurnaz planları bu yola zarar verdi…

Börekçilikten Şeyhliğe Baki Güngör Efendi…

Yıl 2004… Cem Vakfı’nda Alevi Bektaşi İnanç Önderleri Dedeler Babalarla ilgili çalışmalar yapmak üzere oluşturulan Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı’nda Ali Rıza Uğurlu kendine rahat bir yol açmak için, daha önce bu kurumda, bu alanda çalışma yapanları saf dışı edip, hileli yollarla, kurnazlıkla kendine yeni bir ekip oluşturma gayretine girer.
Tüm amacı kendi çıkarları için kullanabileceği, yönlendirebileceği, sözünden çıkmayan, ağzı laf yapabilen, saz çalabilen, iyi kıvırabilen omurgasız insanları toplamak; yola inançla sahiplenmiş gerçek dede ve babaları, çalışanları yani kendine az – çok rakip olabilecek bilinçli tüm çalışanları iftiralar atarak oradan uzaklaştırmaktı.
Kullanabileceği insanlar dede olmuş, dede olmadığı halde dedeyim, demiş onun için hiç önemli değildi.
Bu konudaki tüm şikâyetleri sümen altı etmiş, türlü oyunlarıyla her seferinde zaten çıkarı olmadığı zaman hemen hiç gülmeyen, kapkara olan yüzü kararmadan- kızarmadan tüm karanlık oyunlarını örttüğü gibi bunları da örtmüş.
Cem Vakfı Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı; dede olmayıp dede diye lanse edilen, kendimi nasıl gösteririm, buradan kendime ne elde edebilirim, nasıl Cem Tv.’ye çıkabilirim, nasıl olurda posta oturup kendimi gösterebilirim diyen gösteriş meraklılarının, Ali Rıza Uğurlu’ya nasıl yalakalık yaparım da yurt dışına çıkabilirim, diyen çıkarcılara kucak açan bir kurum olmuştu.
Buradaki durum bundan ibaretti. Göz boyamayla, lafla, sözle, ağlamakla birileri buradan menfaatlenirken Cem Vakfı ve Alevilik adına nice zamanın heba olup gittiği yıllardı bunlar yani.
Her işe bizim sonsuz saygımız vardır. Ben de bir işçi anne ve babanın evladıyım. Emek en kutsal değerdir. Biz bunu böyle biliriz.
Börekçide çalıştığını söyleyen Baki Göngör, Ali Rıza Uğurlu’nun Cem Vakfı’na çağırırken, keşfettiği üstün yeteneklerden sadece birisiydi. Bazı toplantılarda yaptığı ateşli konuşmalar birçok insan gibi Ali Rıza Uğurlu’yu da çok etkilemişti. İçinden, bunu yanıma alırsam, ağzı laf yapıyor, iyi bir silahşör olarak kullanabilirim, diye düşündü. Çünkü daha o zamanlar bile Baki Göngör’ün kendisine dönük ciddi eleştiriler ve suçlamalar vardı. Her zaman yaptığı gibi Ali Rıza Uğurlu bunları hiç birisini dinlemedi. Dolayısıyla hiçbir eleştiriyi dikkate almayan, bildiği gibi her işi yapan Sayın Prof. Dr. İzzettin Doğan’ı ikna edip onu maaşa bağlayarak Cem Vakfı’nda eleman yapması da bir sorun olmadı.
Uzun bir süre Cem Radyo’da bir bir hatalarla dolu programlar yapmasına izin verdi, onu kullanmaya çalıştı. Vakıftaki hiçbir işi yapmayan, günlük gazetelerin kupürlerini bile toparlamayan, bir de Basın Yayın mezunu olduğunu söyleyen Baki Göngör’ün de elbette kendine ait planları programları vardı. Kurnaz ve hilece Ali Rıza Uğurlu plan yapar da, Baki durur mu? Haaa ne güzel bir ortam, maaşımı alırım, bir iki program yaparım, kendi alt yapımı oluşturayım, bakın ben size neler yaparım? diye içinden geçirdi ve bunu da gerçekleştirdi.
Baki’nin büyük hedefleri, emelleri vardı. O öyle, bir odaya sığacak, maaşla çalışacak adam değildi.
Personel kayıt için istememize rağmen ne hikmetse bir türlü Basın Yayın diplomasını getirememişti ama ne gam, bu ülke böyle bir ülkeydi zaten. Okula, diplomaya kim bakar ki, sen yeter ki güdebileceğin, sömürebileceğin geniş saf bir topluluk bul! Gerisi Allah kerim, böyle saf toplum zaten mevcut, senin fazla bir şey yapmana gerek yok salya sümük ağla, duygusal konuşmalar yap, bir söz büyücüsü ol, bu ruhsal bunalımlarla boğuşan dilenden iyi anla, ha bir de “yaşam koçu” ol veya öyle davran bak sana ne kapılar açılıyor… Bir de bakmışsın bir ülkenin başına bile geçmişsin…
Baki Güngör, zamanla kendi kimliğini ortaya çıkardı, Ali Rıza’yla karşı karşıya gelip kapışmaları uzun sürmedi. Bin bir manevrayla oraya getirdiği Baki’den kurtulmanın yollarını arayan Ali Rıza Uğurlu bu arada hangi şarlatanları kullanabilirim, işime gelmeyenlere hangi iftiraları atıp buradan uzaklaştırabilirimin derin düşünceleri içinde, odasında kumpas kurmakla meşguldü.
Baki ise, Bağcılar Cemevi gençliğini nasıl etkilerim, orayı nasıl içten içe ele geçiririm planlarını Cem Vakfı’ndayken yapıyordu.

Ali Rıza Uğurlu’nun Bitip Tükenmez Oyunları

Ali Rıza Uğurlu saygın ve samimi ve Baba Mansur Ocağı’ndan Mansur Yalçın Dede’yi oradan atmak için türlü hileli programlarını yürürlüğe koyarken, onun odasını elinden alıp, sahte bir yazı yapıp Mansur Yalçın’ın bilgisi olmadan, sahte imzayla “ben işlerimi yapamıyorum, görevimden ayrılıyorum” diyecek kadar kudretli ve cüretkar olurken, Baki Efendi de bir yandaş toplamaya başlıyordu.
Uzun yıllarını bu işe vermiş, evi Cem Vakfı’na çok yakınken, bir karşılık beklemezken, bu yola çok hizmet etmişken, Cem Vakfı’na büyük yararlılıkları dokunacakken, “Diyanet’in Ajanı” lafını ulu orta söyleyip Mehmet Yaman’ın oraya yaklaşmasının önünü kesiyordu.
Yüzden aman Babalarım, aman Dervişlerim deyip onları kullanmak için nutuk çekerken, perde arkasında bunlar yolumuzun hainleri deyip, özünde bir düşman gibi gördüğü ve özel bir toplantıda “koynumuzdaki yılanlar” dediği Bektaşileri oradan atmanın türlü yollarını düşünüyordu…
Celal Abbas Ocağı’ndan bu yola çok hizmetleri olan Fethi Erdoğan Dede’ye bir iftira atıp onu sözde dar divanında yargılatmak için kolları sıvayan Ali Rıza Uğurlu, aynı zamanda Baki’nin yerine bir başka şarlatanı gözüne kestirmişti. Onun işi gücü kapandığı odada bir takım kurmaylarıyla, birilerine iftira atmak, oyunları için yeni hamleler için gizli planlar kurmaktı.

Ve sonuçta Ali Rıza Uğurlu’nun bir büyük yeteneği keşfetmesi uzun sürmedi: Sinan Boztepe…

Sinan Boztepe
Sinan Boztepe


Parlak, yakışıklı, çok güzel saz çalan, abi sözü dinleyen, boşlukta olan, işsiz güçsüz birisi… Tam da aradığı adamdı yani Ali Rıza Uğurlu’nun… Hemen cemlere soktu, hem dede, hem zakir, ağzı laf yapıyor… Tam da boşlukta olan zavallı halkın aradığı bir yeni tip daha… Kısa sürede Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı Sekreterliği’ne getirildi, büyük zatı muhterem. Derken Malatya Arapkir’den bu zatın amcası bizzat bize gelerek ne olursunuz yapmayın, biz de dedelik yok, o dede değil, bu yanlış onu televizyonlara çıkarmayın, deyince, zaten biz de rahatsızız ama Ali Rıza Uğurlu’ya dolayısıyla İzzettin Doğan’a laf anlatamıyoruz, dedik. Ama Arapkir Onar Köyü’nden gül yüzlü Celal Arslan’la durumu müdüre de söylememize rağmen azar işiten biz olduk. Ben de dayanamayıp Cem Tv.’deki bir programımda “geçen hafta posta oturanlara bakıyorum, gerçek dedeler cem yürütmeli, yolumuz yozlaştırılmamalı” deyince, her programımı bir uşağına RTÜK üyeleri gibi dinlettiren Ali Rıza Uğurlu, bu sefer bunu fırsat bilip, dedeleri toplayıp benim programlarımın yayından kaldırılması için imza kampanyası yapıyordu.
Sonuç, şimdi bir metre kara sakal bırakan, cübbe giyen, tümüyle Şii bir imam olan, halkın parasını çarpan, bu konuda Cem Vakfı’yla mahkemelik de olan
Sinan Boztepe Alevi toplumunu yozlaştıran, asimile edenlerin başında yer alıyor.
Yıllar yılı tüm eleştirileri hiçe sayıp ona ısrarla sahip çıkan Ali Rıza Uğurlu ise yine Cem Vakfı’nda akil, bilge, aranan ve gölgede orayı yürütmeye çalışan bir insan olarak Alevilik’ten nemalanmaya devam ediyor.
İnsanlarda utanma, hayâ olmayınca ne söylersen söyle, ne yaparsan yap kar etmiyor…
Başka örnek mi istiyorsunuz? Örnekler biter mi? Hangi birisini yazayım…

Şimdi konumuza gelelim…

Baki Güngör

Yayınladığı videolarında Alevi toplumuna sözde akıllar veren, bir Alevi önderi, uleması pozisyonunda kendisini gösteren, dedeliğin çok ötesinde bir Alevi âlimi kisvesine bürünen ve artık toplumun sömürülmesine karşı çıkmam nedeniyle bir eleştiri yazısı yazınca Baki Göngör’e, gel gör ki, yılanın kuyruğuna basmış oldum.
Bir dede olup olmadığı tartışılan, büyük kerametleriyle her sene bir başka ocaktan baş gösteren Alevi Şeyhi bana çok kızmış yazdıklarımdan dolayı… Şunları demiştim; “Şarlatanın biri de bu… Türkiye’yi bıraktı şimdi Avrupa’yı hidayete erdirecek… Gönüllere girecekmiş, artık hangi “gönüllere” girecek bilmiyorum.
Alevi toplumunu yozlaştıran sahte dedelere, sahte babalara, sahte ozanlara, sözde sahte analara karşı halk bilinçlenmezse, o Adnan Hocacılardan bir farkımız kalmayacak…
Büyülü bir iki söz söyleyip, iyi konuşanlara aldanan zavallı Alevi toplumu…
Biraz artık sağına, soluna iyi bak… Her güzel söz söyleyene, yaldızlı laflar edene inanma… Ne olur kurban olduğum mazlum halkım… Biraz bilinçlen artık… (23 Temmuz 2018)”
Sahtekârlığı, iftira atmayı ilk hocası Ali Rıza Uğurlu’dan öğrendi ya bu Baki Görgör denen şarlatan, sahte hesaplarından, her birisi beyni dumura uğramış, Alevi Yolu’na inanmaktan ziyarete bir şarlatana tapmayı, onun adına “öl de öleyim, vur de vurayım” diyen kimi ülkücü eskileri gibi kimi yandaşlarına, resmimin de basılı olduğu afişlerle bana hakaret içeren yazılar yazdırmaya başladı. Bunu da kendi çevresindeki yüzlerce insana gönderdi: “Psikolojik İlaçlar Alan Ayhan Aydın Alevi Toplumunu Temsil Edemez”, “Alevi Köylerinde Geze Gez İşkembeyi Büyütmüş Zavallı, Bu Toplumu Ne Veriyor?” gibi laflarla güya bana saldırıyor bu mehti bozuntusu eşkıya ve yanındaki fedaileri.

Baki Güngör ve Derin Yaralar

Alevilerin hangi sorununu hallettin?, Alevilik adına ne yaptın? diye aslında kendisine sorsanız gerçek anlamıyla ne söyleyebilir acaba? Gençleri topladım, kadınları topladım, televizyonlara çıktım çok güzel konuşmalar yaptım. Başka?
Baki Güngör; çevresine topladığı, Alevi Yolu’nun değerlerinden habersiz, uyuşturucu almaya müsait beyni boşalmış bir yığın kitleyi etkileyen salya sümük bir vaiz parçası, bir şeyh bozuntusu.
Vaizin karşısındakiler kimler?
Gözyaşı dökmek için yer arayan, bulsa bir Yezit boğazlayarak rahatlayacak işsiz güçsüz, bilinçsiz bir fedailer topluluğu.
Gerekirse şeyhinin efsunlu sözlerinin büyüsüne daha çok yakın olmak için işini, eşini, ailesini ortada koyup koşacak bir zavallılar topluluğu.
Ne hikmetse psikoloji ilaçları alan ben oluyorum da, ruhsal bunalımlarını boşaltmak için sağa sola saldıran bu güruh hasta olmuyor.
Şeyhleri, vaizleri ne derse onu yapmaya hazır bu asalaklar topluluğunu iyi incelemek gerekir sevgili dostlar.
Bunların Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevileri asimile etmek için yaptıklarından bir farkı var mıdır? Bunların Aleviliğe verdikleri zararlar Şii- Sünni baskı kadar değil midir?
Bir Antropolog hoca bana, Amerikalı bir başka Antropoloğun Ankara’daki Zöhre Ana üzerine bir kitap yazdığını söylemişti.
Sosyolojik ve Antropolojik olarak incelenecek o kadar önemli sorunlarımız veya zenginliklerimiz var ki, bunlar arasında kudretleri kendinden menkul, uluhiyet iddiasındaki bu Sünnilerin Adnan Hocalarının içimizden çıkıp birer Antropolojik öge olmaları şu anda en büyük acımız ve utancımızdır.
Kişisel konulara girmeyeceğim, hatta kendi benliğime de yenilmiş değilim. Baki Göngör’ü yazıp yazmamanın benim açımdan bir önemi olmayacaktı. Ama bunlar gündeme gelmeli, dile getirilmeli, tartışılmalıdır dostlar. Bu da iyi bir fırsat oldu aslında.
Otuz yıldır tüm Anadolu’da, Balkanlar’da, Avrupa’da yüzlerce haneye mihman oldum. Her birisi benim anam, bacım, kardeşim oldu. Herkes beni sevdi, saydı, kendinden birisi olarak bağrına bastı. İki bine yakın söyleşi yaptım. 20 Kitap yayınladım. Topluma hizmet etmeyi temel şiar olarak kabul ettim.
Eşini Türkiye’de bırakıp, bir Avrupa sevdasıyla gittiği Stutgrat’ta daha oraya gitmeden Bağcılar Cemevi’ndeki gibi derneği ikiye bölen, halkı birbirine düşüren, Avrupa’da bir kızımıza tacizde bulunarak şerefsizleşen Baki Göngör gibi tipler, yanlarında onları Tanrılaştırabilen birer fedailer topluluğu gibi yapılar oluşturabiliyorlarsa, bu Aleviliğin bir önemli meselesi oluyor demektir.
Her türlü çirkefliklerine rağmen, bu insanlar da bu toplumda karşılık bulabiliyorsa yara çok derinlere inmiş demektir.
Tüm aydınların, kurum yöneticilerinin, gerçek dede ve babaların bu durumlara da el atmaları gerekmektedir.
Gençlerimiz, kadınlarımız büyük bir boşluktadır.
Bu boşluğu ancak; Alevi Bektaşi Yolu’nun erdemleri, geleneksel değerleri ve çağımızın gerekliliği olan bilimsel çabalar sonucunda gündeme alacağımız çözüm projeleri giderebilir.
Kültür-sanat-edebiyat-bilim bizlerin olmazsa olmazımızdır.
Kadınlarımız, gençlerimiz kültür-sanat-edebiyatla, bilimsel bilgilerle beslenmezlerse, okumazsalar, araştırmasalar, bu kitleye kurumlar bilinçli yaklaşmazlarsa bizler çok büyük boşluklara, bunalımlara düşeriz.
Bizler bu halimizle daha çok Zöhre Analar, Baki Güngörler, Sinan Boztepeler, Ali Yüceler görürüz…
Dert bizde, derman ellerimizdedir.
Ulu erenlerin kurmuş olduğu bu aydınlık yol sahipsiz değildir.
Ama bu yolun bugünkü sahipleri bizleriz.
Ulu erenler bizde gayret olmazsa ne eylesin bizim gibi bir topluluğa?
Şaşkın olmak, düşkün olmak için biz çırpınıp durursak onlar neylesin?
Bu yolun erdemleriyle hareket edip Alevi Bektaşi Yolu’na hizmet edenlere ne mutlu, aşk olsun onlara…
Bu yolu para için, menfaat için, çıkar için, kişisel bazı dürtüleri için, siyaset için, makam ve mevki için kullananlara, kendilerinde bir ulûhiyet arayanlara yazıklar olsun.
Hakk erenler onların hakkından gelsin…
Yolumuzun aydınlığında, gerçeklerin izinde yürüyenlere Allah eyvallah can dostlar…
Muhabbetlerimle…

Ayhan Aydın

By Radyo Arguvan

Radyo Arguvan 2006 yılından beri aralıksız olarak yayın yapan ve Arguvan'ı ve Arguvan kültürünü tanıtmayı kendisine esas görev olarak gören Web Sitesidir. Radyo Arguvan adında anlaşılacağı üzere, Arguvan Türkülerinin yayınlandığı bir Radyo Sitesidir. Arguvan Türkülerinin yanında Halk Türküleri ve Özgürlük Türkülerinede yer vermektedir. Kültür ve Sanatta Halktan yana Tavır koymayı benimsemiştir.

  • https://radyo1.radyo-dinle.tc:7041
  • Radyo Arguvan