8 Mart´ın Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması ,2. Enternasyonalin 1910´da Kopenhag´taki kongresinde, yaşamını emekçi kadınların sorununa adayan sosyalist kadın Clara Zetkin´in önerisinin kabul edilmesiyle Avrupa başta olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde mücadele günü olarak kutlanmaya başlanır.
8 Mart bizlere; kadınların toplum içindeki itilmişliğini,ezilmişliğini ,sömürülmüşlüğünü anlatır.Ve 8 Mart bizlere; kadınların bu itilmişliğe,bu ezilmişliğe,bu sömürüye karşı uzun yıllara dayanan vermiş oldukları örgütlü kararlı mücadelelerini anlatır.
Kadın erkek arasında, kadınların aleyhine, toplumdaki tüm yaşam alanlarında oluşan eşitsizliğin geçmişten günümüze sarkan derin izleri vardır.Günümüz dünyasında bile birçok ülkede kadının,erkeğin yanında ikinci sınıf bir insan oluşunun,ev kölesi olarak kullanışının,yaşam alanlarının nasıl daraltıldığının,cins ayrımcılığının ve erkeğin mutlak üstünlüğünün yasal bir meşruluk içinde yürütüldüğünü görürüz.Yine bugün ,ülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde kadın erkek arasında hukuksal olarak bir eşitlikten söz edilse de aile yaşamı ve kamusal yaşam içinde pek de eşit bir uygulamayla karşılaşmadıklarını görürüz. Kadına yönelik genel şiddet,taciz,tecavüz ve ülkemizde sık sık duyduğumuz töre cinayetleri, kadının yaşadığı ıstırabın ne boyutta olduğunu ortaya koymaya yetiyor sanırım.
Peki,kadının toplum içindeki bu ikincil konumu tarih boyunca hep var olmuş mudur,bu durum hep var olacak mıdır? Gerek İslamiyet öncesi dinler ,gerekse İslam dini buna evet yanıtını verir ve bu durumu Tanrının bir buyruğu olarak ortaya koyarak kutsar.
…Erkeklerin kadınlar üzerinde ki hakları gibi,kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır.Ancak erkekler,kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler (Kur´an bakara suresi 228. ayet) .
Allah´ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.Onun için saliha kadınlar itaatkardır.Allah´ın kendilerini korumalarına karşılık gizliyi(kimse görmese de namuslarını)koruyucudurlar.Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin,onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün…"; (Nisa suresi 34. ayet).
Tümüyle içselleştirilerek yasa haline,töre ve gelenek haline getirilen,kadını ev faaliyeti içine hapseden bu düşünce,kadını ev kölesi haline getirmiş,kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmış,kamusal haklardan yoksun bırakmış ve onun zihinsel ve bedensel gelişimini engellemiştir. Saçı uzun,aklı kısa ; sözü, bugün bile ,özellikle kırsal kesimlerde, toplumda sıkça kullanılan bir sözdür. ;kadının zayıflığı ve geriliği yüzyıllar süresince bir toplumsal dogma, yıkılmaz temel dünya görüşü haline getirilmiş ve bunun üzerinde bedeni,ruhi ve ahlaki bir baskı sistemi inşa edilmiştir; (Clara Zetkin)
Erkeğin kadınlar karşısında üstünlüğünü kutsayan,onu kadınların yöneticisi yapan ve kadının namuslarını başka erkeklere karşı bekçiliğini yaptırtan ,kadınlara da erkeklere boyun eğmeyi buyuran günümüz tek tanrılı dinlerin de belli bir tarihsel aşamada ortaya çıktığını burada
söylemeliyiz. Kuşkusuz, kadının toplumsal olarak ikincil konuma itilmesi belli bir tarihsel aşama sonunda olmuştur ve bu durum da ilelebet devam etmeyecektir; bu koşulları yaratan olguların ortadan kalkmasıyla kadının toplumdaki itilmişliği,ezilmişliği ve sömürüsü de doğal olarak ortadan kalkacaktır.
İhtiyaçların ortaklaşa üretilip ortaklaşa tüketildiği, üretim araçları üzerinde ortak mülkiyetin egemen olduğu ilkel toplumlarda, üretim gücünün asli unsurlarından biri olan kadının analık vasfının da kendine sağladığı doğal avantaj, soy zincirinin kadına dayalı biçimlenmesi-ana hukuku (anaerkil toplum) toplum içinde kadına saygın güçlü bir iktidar konumu sağlarken,toplumda üretim aletlerinin gelişmesi yeni toplumsal işbölümünün ortaya çıkması,savaşçı (fetihçi) erkeğin bu yeni koşullarda kadın tutsakları kendi özel mülkiyetine geçirip kendisi için önemli bir üretim aletine dönüştürmesiyle birlikte kadının toplumdaki konumu sarsılmaya başlar. Üretim aletlerini elinde bulunduran,ürün sağlayıcı olan ve giderek servet biriktirmeye başlayan erkeğin konumu güçlenir,iktisadi baskı altında olan kadın için oluşan bu durum iki cins arasında hukuksal eşitsizliği yaratır. �Ana hukukunun yıkılışı,kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisi oldu. Erkek,evde de dümeni ele geçirdi,kadın aşağılandı,köleleştirildi,erkeğin keyfinin kölesi ve salt çocuk yapma haline geldi. Kadının… aşağılanmış durumu,gitgide ikiyüzlülük edilip şirin gösterilmiş,yer yer de daha yumuşak biçime büründürülmüştür,fakat kesinlikle ortadan kalkmamıştır; (F.Engels-Ailenin,özel mülkiyetin ve devletin kökeni).
Kadının toplum içindeki konumunu belirleyen esas faktör toplumsal üretim ilişkileridir.Bu anlamda da kadın sorunu,bir ahlaki,bir siyasi yada bir duygusal sorun olmanın ötesinde esas olarak bir ekonomik sorundur.Kadının, ev içi faaliyetiyle sınırlı kalması ,kamusal üretim alanına geçememesi kadının kurtuluş düşüncesini ortaya çıkarabilmesine engeldi.Ne zamanki üretim alet ve tekniklerinin gelişmesiyle kapalı feodal üretim ilişkilerinin yerini kapitalist üretim ilişkileri almaya,geniş pazarlar için kapitalist üretim oluşmaya başladı ve geleneksel ev içi üretimin tahtının yıkılmasıyla kadın içinde fabrikalar ve diğer kamusal çalışma alanları bir çekim merkezi haline yada bu alanlarda çalışmak bir zorunluluk haline geldi, işte o zaman , kadın sorunu kendini hissettirmeye başladı.Kısacası, kadının evinden çıkıp kamusal alanda çalışmaya başlaması, dolayısıyla evi geçindiren işgücünün temel unsurlarından biri olması yada kendi çalışmasıyla kendini tek başına geçindirebilmesi ,yani ekonomik bağımsızlığını sağlaması kadının kurtuluş düşüncesinin ilk temelini attı.
Ne yazık ki,kadının toplumdaki oynadığı bu iktisadi yön ,onun siyasi ve hukuki konumuna aynı paralellikte yansımadı; toplumsal gelenekler,töreler,dinsel dogmalar,erkeğin bencilliği ve egemen burjuvazinin çıkarları bu alandaki dönüşümleri yani üstyapı kurumlarını değiştirmede çok yavaş kaldı.Emekçi kadınların ve onlarla bütünleşmiş diğer emekçilerin yürüttükleri uzun ve çetin mücadeleleri bugünkü siyasi ve hukuksal konumlarını kazanmalarında etkileyici temel rol oynadı. Emekçi kadınların ilk örgütlü ve güçlü mücadelesi ise, Amerika´nın New york eyaletinde, 1957´de ,bir tekstil fabrikasında ekonomik ve sosyal taleplerle başlattıkları büyük grevdi.En ufak bir talebe tahammül edemeyen burjuvazi ,bu grevi de kanla bastırdı.O günden bugüne tarih ,tüm dünyada emekçi kadınların ve toplum içinde ezilen,sömürülen, ikinci sınıf insan muamelesi gören tüm emekçilerin her türlü ayrımcılığa karşı,sömürüye karşı verdikleri onurlu mücadeleyle ve zaferle doludur.
Bugün, dünyanın çoğu ülkesinde, hukuksal temelde kadın erkek arasındaki eşitsizlik büyük oranda ortadan kaldırılmış olsa bile bu durum, kadın sorununu çözmüş müdür? Özellikle emekçi kadınlar açısından durum nedir?
Bunu, ayrı bir yazı konusunda irdelememiz gerekecek;ancak tarihsel olguların gökten inen ve bir anda da göğe uçup giden olgular olmadığını ,toplumdaki ilişki ve çelişkilerin bu değişimlere kaynaklık ettiğini söylemekle yetinelim.
Ve yine, yöremiz özelinde de -yakın geçmiş ve günümüz itibariyle- bu konunun irdelenmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Sağlıcakla,sevgiyle,dostça kalın.Sevgiler,saygılar.