Bildiğiniz gibi AKP’nin kapatma davası ve ‘Ergenekon Operasyonu’ uzun süredir Türkiye gündeminin ana temasını oluşturmaktadır.Birbirine paralel bir seyir izleyen bu davaların, AKP ile ‘ulusalcılar’ arasındaki egemenlik mücadelesinde karşılıklı hamleler olduğu genel kabul görmektedir.Durum böyle olunca olayın hukuksal yönünden çok siyasal yönü ağırlıklı olarak tartışma konusu olmaktadır.Taraflar da kendileri açısından olaya hukuksal değil siyasal bir yön yükleyerek kendilerini ‘mağdur’ göstermeye çalışmaktadır.
Ülkede, egemenler arasında uzun süredir bir iktidar mücadelesi yaşanmaktadır.Olayın bir tarafında liberal İslamcı kesim, diğer yanında geleneksel laik-otoriter ulusalcı kesim yer almaktadır.İşin uluslararası bir boyutu da var ki,ülkedeki tüm bu siyasal gelişmeleri yeni dünya düzeni kapsamında genel küresel ilişkilerden ve özellikle ABD’nin Ortadoğu’daki egemenlik ilişkilerinden ayrı düşünebilmenin olanağı yoktur. Ülkedeki tüm bu siyasal gelişmeler karşısında “ben tarafsızım” diyebilmek özünde olumsuzlukları olumlamak anlamına gelir ki buda bir taraf olduğunu dolaylı biçimde ortaya koymaktır. Dolayısıyla “ben tarafsızım” demek pek olanaklı değildir.Hepimiz özünde bir tarafız.Peki, kimden yana tarafız?
Burjuva siyaseti entrikalarla dolu kirli bir siyasettir.Kamuoyu araştırmalarında siyasetçilerin en güvenilmeyenlerin başında gelmesi ve sık sık siyasetin kirliliğinden bahsedilmesi bundan dolayıdır.Burjuva siyasetinin kirliliği öncelikle sömürüye ve bireysel çıkarlara dayanmasından kaynaklanır.Emekçi halkın sömürüsüne dayanan bu siyasette; halka yalan söylemekten, halkı kandırmaktan ,koydukları yasalarla halkın temel haklarını ortadan kaldırmaktan çekinmeyen, mevcut yasaları işlerine geldiği gibi işleten kapitalist sömürünün devamını sağlamada meşru ve gayri meşru her tür davranış sergilenir. Emekçi halkın sömürüsü temel ekseninde birleşen burjuva fraksiyonları bu sömürüden azami pay alma kavgasında da (iktidar mücadelesi) birbirlerine karşı olmadık dümenleri çevirmekten,birbirlerinin ayaklarını kaydırmaktan, her türlü şantajdan geri durmazlar. Hukuk ve siyaset burjuva egemenlik ilişkileri içinde birbirinden ayrılamayacak kadar ikiz kardeştir ve bu ilişkiler iç içe yürütülür.Karşı tarafı bertaraf etme adına kendi yetkisini meşru yada gayri meşru (keyfince) kullanmaktan çekinmez. AKP’nin kapatma davası ile Ergenekon Davası işin hem siyasal hem de hukuksal yönünü açığa vurmaktadır.İşin özünde hukuksal yön de (yasa dışı davranışlar) var, siyasal yön de (kendi egemenlik alanı içinde gücü elinde bulunduranın karşı tarafı meşru olmayan yollarla bertaraf etme) var. Kişisel çıkar ilişkilerine dayanan bu siyasette yolsuzluklar bu siyasetin adeta olmazsa olmazıdır.Her iki taraf da yolsuzluk batağında oldukları için bir türlü yargılanamazlar; ya dokunulmazlık zırhına bürünürler yada birbirlerini aklayarak ‘temize’ çıkarlar.
Burjuva siyaseti içinde halk yoktur;sadece halk, bu siyasette kendi burjuva egemenliğine meşruluk kazandıracak bir basamak,bir oy deposudur.Dolayısıyla her türlü yalan dolan ile,halkın her türlü duygularını kullanmakla,çeşitli maniplasyonlarla (yönlendirme) halkı kendi eksenlerine çekmeye ve kitle tabanı oluşturmaya çalışırlar. Bu burjuva ilişkileri içinde halkın ve ülkenin hiçbir çıkarı yoktur.Bu gerçeğe karşın, burjuva egemenlerinin bu kutuplaşması içinde halkın büyük bir kısmının bu kutupların bir kısmından yana taraf olmaları yada meyletmeleri kuşkusuz bir çelişkidir.Bu durum olayın derinlemesine kavranılamamasından, bir tür siyasi körlükten ve temel çıkarların günlük çıkarlara kurban edilmesinden ileri gelirken, işin bir yönü de emekçilerin kendi öz örgütlenmelerinin olmamasından yada cılızlığından kaynaklanır. .
Bu kutuplaşmanın bir kanadında yer almak yada o kanada meyletmek bizim ne isteyip ne istemediğimize ve bu kutupları sorgulamamızı gerektirir.Bizim isteğimiz nedir?
Biz; ülkemizin ekonomik,siyasi,askeri tam bağımsızlığından;demokratik hak ve özgürlüklerin,insan haklarının koşulsuz uygulanmasından;ülkedeki tüm halkların ve azınlıkların siyasal ve kültürel haklarının koşulsuz tanınması ve birarada özgürce gönüllü yaşamalarından;ülkedeki faili meçhullerin ve yolsuzlukların aydınlatılıp bunları yapanlardan tüm darbecilerden,devlet içindeki çetelerden hesap sorulmasından;kapitalist sömürünün ortadan kaldırılmasından yanayız.Tüm emekçi halkımızın isteği ve çıkarı budur.
Halkımızın bu istemlerini (en azından bir kısmını) hayata geçirebilecek siyasi oluşum yada aktörler burjuva egemenlerin hangi kanadıdır: Liberal İslamcılar mı,ulusalcılar mı yada devlet içinde herhangi bir kurum mu? Kuşkusuz hiçbiri.Tüm bunlar mevcut düzenin şu veya bu biçimde sürdürülmesinden yana olan siyasi oluşum,kurum yada aktörlerdir.
Bu kutuplar içinde,kimi gericiliğe karşı bir refleksle orduya bel bağlayıp darbeciliği meşru gösterip aklamaya çalışırken, kimi de darbeciliğe karşı bir refleksle gericiliği demokrasi savunucusu göstererek onun anti-demokratik yüzünü gizleyip aklamaya çalışıyor. Bugün mevcut statükonun korunmasından yana olan ‘ulusalcılar’ bugüne kadar ülkedeki egemenliklerini ABD’nin desteğine dayandırmamışlar mıdır? Ve bugün istedikleri yine ABD’nin desteğiyle kendi konumlarını korumak değil midir? ABD işbirlikçisi tavrını gizlemeyen ve kendine demokrat olan,özgürlüğü türban olarak gören AKP ,hangi demokratik açılımları,hangi özgürlükleri gerçekleştirdi yada gerçekleştirmek istiyor? İşe hangi boyuttan bakarsak bakalım,her iki tarafın da ülkedeki siyasi,ekonomik yönetim anlayışı ve özgürlüklere, ülkenin bağımsızlık anlayışına bakışı birbirinden özde bir farklılık içermemektedir.
Mevcut sömürü düzeninin şu veya bu biçimiyle sürdürülmesinden yana olan, hepsi de bu çarpık düzenden nemalanan bu tarafların birinden yana olmak, gerçekten sömürüden yana, anti-demokratik ilişkilerden ,baskı ve şiddetten,ülkenin emperyalist boyunduruğu altında kalmasından yana taraf olmaktan başka bir anlam taşımaz.
AKP, kapatma davasıyla köşeye sıkıştırılınca biranda demokrasi havariliğine soyunup karşı tarafın açıklarını (darbe çabalarını) açığa dökmeye başladı ve böylece ‘Ergenekon Operasyonu’ ortaya çıktı. Ergenekon olayı ,sadece bir takım emekli subayların ve AKP karşıtı kimi sivil aktörlerin AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak için bir darbe yaratma çabası olmadığı açıkça görülmektedir.İşin,çok öncelere uzanan (Gazi katliamı ve Uğur Mumcu’nun katledilmesi olayları) derin boyutları var.Ergenekon iddianamesinde dikkat çeken bir nokta ise “TSK ve MİT’in Ergenekon ile ilişkisi yoktur” denilerek , TSK ve MİT’i aklanma çabası.
Bu, kutupların birbiriyle belli bir uzlaşmaya vardığı izlenimini vermektedir.Bu ‘uzlaşma’ AKP’nin kapatma davası ile Ergenekon davasına nasıl yansıyacak önümüzdeki günlerde göreceğiz.Ancak şu kadarını söylemek gerekir ki, AKP büyük ihtimalle kapatılmayacak ve Ergenekon davası da fazla dallanıp budaklanmadan ,yani gerçekler tam olarak ortaya konulmadan, tıpkı Susurluk Davası gibi,birkaç kişinin cezalandırılmasıyla geçiştirilecektir. Her iki tarafın da sivri uçlarının budanarak genel gidişatın normale döndürülmesi genel bir eğilim olarak görülmektedir.Egemenlerin çıkarlarının birbiriyle kesiştiği oranlarda uzlaştıkları,çıkarlarının çatıştığı oranda kavgaya tutuştukları doğaldır.Onların çıkarlarının kesiştiği nokta, soygun düzeninin sürdürülmesidir.
Hangi taraftan bakarsak bakalım demokrasi ve özgürlükler yoktur.Halkın istemleri yoktur.Birtek şey var oda rant kapmada önceliği alabilmek için kendi konumlarını güçlendirme çabası vardır.
Egemen güçler arasında süren bu kavgada demegojik ifadelerine aldanarak,esen rüzgara kendimizi kaptırarak egemenlerin bir tarafında yer almak bertaraf olmaktır.Biz emekçiler bu kavganın bir tarafı değiliz.Ancak, sömürüye,emperyalist hegemonyaya,hak gasplarına,anti-demokratik uygulamalara ,gericiliğe,ırkçılığa,faşizme karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesinden, kurtuluş mücadelesinden yana tarafız.Bu mücadeleyi başarıya götürecek biricik yolda halkımızın kendi öz örgütlü gücüdür.
Saygılarımla