Bir seçim süreci içindeyiz. 22 Temmuzda şu yada bu siyasi partiyi ya da bağımsız bir adayı tercihle oy hakkımızı kullanacağız. Oy kullanırken kıstaslarımız neler olmalı yada neler olacak bunlara değinmeden önce günümüzdeki seçim sürecinin öznel ve nesnel koşullarını ve siyasi partilerin genel durumunu kısaca bir değerlendirmek gerekir.
Günümüzdeki seçim ve partiler kanunu 12 Eylül anayasasının ürünüdür. Bu yasalar 83´den günümüze pek bir değişikliğe uğramadan gelmiştir. Seçim sistemindeki %10´luk ülke barajı, dünyada eşi olmayan başlı başına anti-demokratik bir yasadır. Bu sistemdeki çarpıklığı geçen seçim döneminde açıklıkla gördük. Bir siyasi partinin %10´luk barajı aşarak tüm milletvekilliğini kazanması da olası, hiçbir partinin barajı aşamayarak seçimin yapılamaması da olası. Bunun dışında, siyasi partilerin maddi ve manevi boyutuyla eşit koşullarda seçime katılamaması, kimi siyasi partilerin yada bağımsız adayların yasal ve yasal olmayan çerçevede baskı altına alınmaları, milletvekili adaylarının önseçimsiz parti başkanlarının tercihiyle aday gösterilmeleri seçimin diğer anti-demokratik yönleridir. Bağımsız adaylarla seçime katılan DTP´lilerin meclise girmelerini engellemek için iktidar ve muhalefetiyle birlikte alınan bağımsızların birleşik oy pusulalarına eklenmeleri yönündeki anti-demokratik karardan da bahsetmek gerekir. Bu anti-demokratik seçim sistemini ve partiler yasasını değiştirmek yönünde ne iktidar olanlar nede muhalefette yer alanlar herhangi bir çaba sarf etmemişlerdir.Bu durum bile görünürdeki siyasi partilerin anti-demokratik yapısını açıklamaya yetiyor bile.
Günümüz seçim süreci, Türk egemen sınıfları içinde, kabaca tanımlamayla, milliyetçi/ulusalcı çizgi ile neo-liberal ılımlı İslamcı çizgi arasındaki bir çekişmeye sahne olmaktadır. Bir başka anlatımla günümüzdeki seçim atmosferi, geleneksel devletçi çizgiyi sürdürmek isteyenlerle, bu çizgiyi revize edip ABD´nin BOP ile kendilerine biçilmiş ılımlı islamcı ve neo-liberal bir politikayı sürdürmek isteyenler arasındaki bir mücadeleye damgasını vurmaktadır. 1. kanadı temsil eden CHP, MHP, DP ve GP olurken, 2. kanadı temsil eden ise AKP dir. Esasında bu mücadele laik anti-laik bir çekişme içinde uzun süredir gündemi aşındırıyordu. Bir seçim atmosferi içinde ve TSK´nın açık tavır koymaya başlamasıyla beraber bu çekişmenin boyutu ve niteliği genişledi.Milliyetçi kanadın şimdi tek bir hedefi var; AKP´nin en azından tek başına iktidar olmasını engellemek. Cumhuriyet mitinklerini,
partilerin birleşme yada ittifak oluşturma çabalarını, Genel kurmayın muhtıra niteliğindeki açıklamaları
G.Doğu´da sürdürülen operasyonlar, cenazelerdeki hükümet aleyhtarı gösteriler, K.Irak´a yönelik operasyon girişimleri, içerden ve dışardan çeşitli komplo teorilerinin üretilip kamu oyuna yansıtılması v.b çabalar AKP alehine kamu oyunda bir hava yaratıp seçmeni etkileme gayretleri olarak görmek gerekir. AKP ise estirilen bu milliyetçi rüzgara karşı bir yandan magduru oynayıp demokrat pozlara bürünürken diğer yandan milliyetçi çıkışlara benzer bir milliyetçi çıkışlarla karşılık vermeye çalışmaktadır.
Bu seçimlerin anımsanacak bir yönü de siyasi partilerin, geçmişiyle bakıldığında pek uzlaşır gözükmeyen kimi tanınmış simaları kendi vitrinlerine koymalarıdır. AKP VE MHP´ nin geçmişiyle "sol´cu" yada Alevi adaylara, CHP´nin faşist, tarikatçı sağcı olarak bilinen kimilerine kucak açması bu seçimlerin ilginç yönlerinden biridir.
Bu siyasi partileri değerlendirdiğimizde bunlar arasında özde bir farklılık olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz; çünkü bu siyasi partiler özünde mevcut çarpık kapitalist sistemin sürdürülmesi üzerine kurulmuş, politikalarını da buna göre şekillendirmişlerdir. Bu partiler arasındaki fark, bu sistemin ne biçimde, hangi araçlarla yada politik söylem ve uygulamalarla sürdürüleceğine ilişkindir. Buradaki asıl sorun ve kavgada iktidar olanaklarını kullanarak ülke olanaklarından usullü usulsüz daha fazla pay kapma sorunudur. Bu partiler de buna göre şekillenir;siyaset, esasında bir rant kavgası şeklinde yürütülür. Bu partilerin geçmiş uygulamalarına ve bugünkü seçim sürecindeki seçim bildirgelerine ve söylemlerine bakarsak bu partiler arasında özde bir farklılık olmadığını görürüz.Bu partiler kendilerine demokrat, sosyal-demokrat, liberal, milliyetçi, ulusalcı, cumhuriyetçi, halkçı gibi değişik sıfatlar yükleseler de özünde bu bir şeyi değiştirmez.
AKP, iktidarda kaldığı beş yıllık sürede geçmişten devraldığı uluslararası sermayeye ve ülkedeki işbirlikçi büyük sermayeye hizmet eden neo-liberal ekonomik politikayı sürdürmekle büyük sermayenin hizmetçisi olduğunu göstermiştir. AKP ülkedeki özelleştirmelerin şampiyonluğunu yapmakla övünürken, sermayeye layıkıyla hizmet ettiğini söylemektedir. AKP bu nokta da gerçekten şampiyondur; öyle ki orman alanları ve topraklar dahil toplumun tüm kazanımlarını büyük sermayenin hizmetine sunmaktan çekinmemiştir. Bu beş yıllık sürede emekçi kesimler ise kaybeden taraf olmuştur; işsizlik artmış, alım gücü düşmüş ve yoksullaşma hızlanmış, sosyal güvenceler azalmış, tekeller karşısında rekabet edemeyen küçük ve orta ölçekli sermaye kesimlerinin birçoğu sermayelerini bitirmiş işyerlerini kapatmak zorunda kalmış, yine büyük çoğunluğu borçlanmalarla zar zor ayakta kalabilmenin hesabı içine girmişlerdir. Büyük sermaye guruplarının kar oranları her geçen gün artarken küçük ve orta ölçekli sermaye gruplarının karları bu dönemde hızla azalmıştır. Bu noktada hemen kime sorarsan "eski kazanç nerde" diye yakındıklarını görürüz. Eğitim sağlık gibi temel sosyal alanlarda çözümler üretilmemiş tam tersine özelleştirme politikalarıyla emekçi kesimlere yeni yükler bindirilmiştir. Bu sürede tarımın tasfiyesi hızlandırılmış,köylülük daha da yoksullaşmıştır. Demokratikleşme alanında AB ile uyum sürecine bağlı olarak kimi yasalar çıkarılmışsa da bunlar yaşam alanında uygulanmamış yada başka bir yasayla bunların hükmü etkisizleştirilmiştir. AKP´nin bu alanda ne kadar demokrat olduğunu emekçilerin hak taleplerinde polisin bu gösterilere karşı ortaya koyduğu tavır "özellikle son 1 Mayıs olayları en açıklayıcı olanıdır- açıklamaya yeter sanırım. Yine başbakanın, AKP´ye ve kendine yönelik eleştirilere karşı işi vatan hainliğine götürecek ölçüde ne kadar tahammülsüz olduğu herkesçe bilinen bir "demokrat" özelliktir. Demokratikleşme alanında ülkemizdeki sorunun temelini teşkil eden "Kürt sorunu" karşısında yaklaşımı ve aldığı tavır Demirel, Özal gibi önceki siyasi liderlerin yaklaşımından ve aldığı tavırlardan farklı olmamıştır; yani baskıcı,inkarcılığa dayana, askeri yöntemlere havale edilen bir tavır ve yaklaşım olmuştur. "Muasır medeniyetin ve çağdaşlaşmanın temsilcisi" diye kendilerini topluma lanse eden başbakan ve AKP yönetimi fırsat buldukça birçok kurumda gerici uygulamalara yönelmeleri yada pirim vermeleri "biz değiştik geliştik" deseler de "milli görüş" çizgilerini terk etmeyeceklerinin göstergesidir. Kaldı ki bu noktada yani "ılımlı İslam" projesinde ABD ile tam bir uyum içindedirler.Bizdeki burjuva liberalleri için de bu hiçbir sorunu teşkil etmemektedir; çünkü onlar da ABD ile tam bir uyum içindedirler. Yine bu sürede dış borçlar artmış, ithalat patlamasıyla dış açık görülmedik ölçüde büyümüş buna bağlı olarak ta ülkenin bağımlılığı ve yoksullaşması artmıştır.
AKP yeniden iktidar olduğunda bildik politikalarını uygulayacağını söylerken, bunun karşısında duran bildik muhalefet partileri ne durumdadır, iktidar olduklarında ne yapacaklar bunları değerlendirelim.
Ana muhalefet partisi olan CHP laikçilik ve milliyetçilik eksenli kuru söylem dışında bu beş yıllık sürede toplumsal muhalefeti yürütememiştir. CHP´nin laikçilik ve milliyetçilik tutumu yada söylemi Cumhuriyetin ilk yıllarına dayanır. CHP, her şeyden önce bir devlet partisi olarak kurulmuştur.
CHP kurmaylarının o dönemlerde gericiliğe ve emperyalizme karşı almış oldukları tavır ilerici bir karakter teşkil ederken, bu uygulamaların süreç içinde kararlı bir biçimde uygulanamaması, durağanlaştırılması ve demokratik içerikle beslenememesi giderek CHP iktidarını gerici, baskıcı bir niteliğe büründürmüştür. DP´nin yükselişi de bu zemin üzerinde olmuştur. Ancak DP yönünü halka değil emperyalistlere, komprador işbirlikçilerine, gerici feodallere çevirmiş, demokrasi havariliğiyle geldiği iktidarda baskıcı yöntemlerini pervasızca sürdürmüş, bu anlamıyla genel sağ politikaların uygulayıcısı sıfatıyla sağ politik arenada yerini almıştır. Bu zemin içinde CHP pek hak etmediği biçimiyle sol kulvara oturuvermiştir. CHP´nin solculuğu Ecevit´in "ortanın solu" tabiri, "bu düzen değişmeli" söylemleriyle toplum nezlinde sol kulvarda yerini sağlamlaştırarak, halka bir dizi umut dağıtıp iktidar olabilmiştir. CHP´nin bu dönemdeki uygulamaları da hiçbir zaman sol olmamıştır; kısa sürede gerçek kimliği olan sermayeden, devletin baskıcı politikalarından yana olan kimliğini göstermeyle halkın gözünden de düşmüştür. Erdal İnönü döneminde ´sol´culuğa biraz daha devam etse de ondan sonraki Deniz Baykal dönemi, traji komik denilecek bir dönemdir; sol söylemlerden bile tümüyle uzaklaştığı, parti içinde tasfiyeye gidildiği, parti içi demokrasisinin tümüyle ortadan kaldırıldığı ve seçimlerde hep bozguna uğradığı dönemdir. Şimdi CHP´nin bugünkü söylemlerine bakalım; MHP ile yarışan inkarcı, şoven, ırkçı milliyetçi söylemler, içi boş cumhuriyetçilik ve laiklik söylemleri, "şeriat gelir cumhuriyet laiklik elden gider" türünden bir korkutma siyaseti hepsi bu. CHP´nin ülkede uzun süredir uygulanan ekonomik siyasetinde değişimi öngören, ülkede demokratik açılımı hedefleyen bir politikası ve söylemi yoktur.Bu konudaki söylemi ekonomik alanda sermaye kesimiyle, demokrasi alanında TSK ile tam bir uyum içinde olmasıdır; öyleki bu alanda işi darbe destekçiliğine kadar vardırmıştır. CHP, hangi sosyal uygulamaları başlatacak? Köylüye rüşvet mahiyetinde vaat ettiği düşük mazot ve elektrik fiyatıyla mı köylüyü kurtaracak? CHP, savaş kışkırtıcılığıyla mı toplumsal barışı sağlayacak? İşin gerçeği, diğer partiler gibi CHP´nin de gerçek laikliğin, demokratik cumhuriyetin, emperyalizmden bağımsız bir ekonomik ve siyasi politikanın uygulanmasından, azınlıkların kültürel ve demokratik haklarının tanınmasından yana olmadığıdır. Bu durum da CHP´yi diğer sağ partilerle aynileştiren özelliktir.
CHP dışındaki görünürdeki muhalefet partilerine gelince bu konuda söylenecek çok fazla söze ihtiyaç duymuyoruz. Halk için söylenilen yeni bir şey yok,cilalı bir takım laf yada vaatler dışında.
İşin gerçeği şu ki, görünürdeki muhalefet partilerin AKP karşısında halka dayanan, ülkenin ve toplumun gerçek çıkarlarına hizmet eden bir alternatif politikayı ortaya koyamamaları, bütün söylemleri "ben bu işi daha iyi yaparım´ı geçmeyen politik yaklaşımlar, AKP´yi bu partiler karşısında seçeneksiz ve dolayısıyla güçlü kılmaktadır.
Bir siyasi partiye oy verirken kuşkusuz kıstaslarımız;kendimizin ve ülkemizin ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel çıkarları olacaktır. Peki, kendimizin ve ülkemizin çıkarlarını bu görünürdeki siyasi partilerin hangisi temsil etmektedir? Bu soruya herkes kendi sınıfsal gerçekliği üzerinden yanıt arayacaktır. Ben kendi sınıfsal gerçekliğim ışığında ve bir yurtsever olarak değerlendirdiğimde bu partilerin hiç birine oy vermemem gerektiği sonucuna varıyorum. Ve bu partilerin herhangi birine oy vermemin bu partilerin politikalarını meşrulaştıracağını düşünüyorum. Bunu söylerken bir çok kişinin bana itirazla "iyi güzel söylüyorsun da ne yapalım CHP´ye oy vermezsek daha kötüsü AKP iktidara gelir" türünden bir söylemle karşı çıkacağını biliyorum. Yurtsever emekçi kesimler genel olarak her seçimde bu ikilemi yaşadılar. Kuşkusuz bu toplumumuzun suçu değildir; bu ,toplumun önüne onların gerçek çıkarlarını yansıtan güçlü bir alternatif seçeneği örgütleyemeyen sol kadroların suçudur.Ancak bizlerin de CHP´nin sağ politikalarının arkasına takılmakla bu politikaları istemeyerekte olsa meşrulaştırmakla bu suça bir nebze de olsa iştirak ettiğimizi kabul etmeliyiz. Hem CHP´yi ehven-i şer mantığıyla seçiyorsak CHP´den daha iyi partiler olduğunu da düşünmeliyiz diyorum. Bu bağlamda da seçime katılan sosyalist ya da diğer sol partileri unutmamak gerekir.
Benim bu seçimde tercihim, devrimci-demokrat yurtseverliğine inandığım bağımsız adaylar olacaktır. Bu adayları tercih etmemdeki kıstas, bizlerin, meclis içindeki mevcutlara karşı yurtsever demokrat muhalefetin sesi olmasıdır.
Seçimlerde hangi siyasi parti iktidar olursa olsun halk açısından bir çözüm oluşturmayacağı açıktır. Hatta bu seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yeni bir krizi beraberinde getirebilir. Ekonomik durum ise son derece kırılgandır; yeni krizlere gebedir.
Sağlıcakla, sevgiyle, dostça kalın. Sevgiler, saygılar.
KAZIM EROĞLU