Diyeceksiniz ki, bu imgeli başlıkta ne demek oluyor. Ekmeğin arasını açar, peynir yada sucuk salam türünden bir şeyler koyar, ateş üzerinde ısınmakta olan iki kıskaç arasına koyup üsten bastırır ve arada da alttan üsten ekmeği yağlayarak kızartırsınız. Bu işlemi çoğunuz bilirsiniz, bu tost yapma işlemidir ve bu işlemi gerçekleştiren makineye de tost makinesi denir. Onca gündem varken buda nerden çıktı diyebilirsiniz; ancak bende esasında tamda gündeme değinmek istiyorum.
T=Türban, O=Operasyon, S=Satış, T=Tuzla Tersanesi.
Son günler içinde Türkiye´nin dört gündemini oluşturmaktadır bu T.O.S.T.
Dinsel doğmalarla gerekçelendirilen türbanla, kadın baskı altına alınıp özgür yaşamdan kopartılmaya; operasyonla, demokratik toplumsal taleplerin önü tıkanmaya; satışla, uluslar arası sermayeye yeni kar olanakları sunulmaya; Tuzla Tersanesi´ndeki taşeronlaşmayla, sermayeye ucuz iş gücü sunumu yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Halk, bu dört kıskaç altında adeta bir tosta dönüyor. Ve sırada bekleyen yeni kıskaç hareketleri de var; sağlık sigortasındaki, adli kanunlarda, yerel yönetim yasalarında düzenlemeler, anayasa değişikliği orman alanlarının ve su havzalarının satışı gibi daha bir dizi uygulamalar sırada.
Türban, uzun süreden beri gündemi işgal etmektedir; siyasal İslamcılar için türban, adeta bir can simididir; sıkıştıkları anda buna sarılmaktadırlar hem de "özgürlükçü" bir edayla. Türban, kadın için gerçekten bir özgürlük sorunu mudur? Türbana bürünmekle kadın özgür mü olacak? Yaşamsal ve toplumsal hiçbir getirisi olmayan 1400 yıl önceki bir Arap geleneğine yada İslam geleneğine bürünmek özgürlük olabilir mi? Özgürlük, toplumsal ilişkilerin bir adım ileri evrimleşmesi anlamını taşır. Türban ise kadını, toplumsal ilişkilerde bir adım ileri taşımak şöyle dursun tam tersine onu dinsel doğmalara hapsederek cins ayrımcılığını ve eşitsizliğini pekiştiren; kadını, erkek egemen bir toplumda erkeğin bir tür kölesi konumunu güçlendiren bir uygulamanın ılımlı İslam modelidir. Bunun için de türban, kadın için bir özgürlük sorunu olamaz; bireysel özgürlük demagojisinin arkasına sığınarak türbanı savunmak, kadının orta çağdan bu yana kıramadığı kendi üzerinde yaratılan cinsiyet egemenliğini,sermayenin üzerinde yarattığı sömürü egemenliğini savunmak demektir.
Sınır ötesi operasyon yada savaş, gündemin ilk maddesi durumundadır. PKK´nın K.Irak´taki gücünü kırmak, olarak adlandırılan bu hareket ABD´nin desteğiyle ortaya konulmuştur. ABD´nin bir ülkeye desteği hiçbir zaman karşılıksız değildir. Bu gün içinde de bu desteğin(daha doğrusu pazarlığın) mahiyeti de açığa çıkmaya başladı. Savaş demek, her şeyden önce hayatların sönmesi demektir. Bu savaşta da onlarca hayat sönmüştür, yine ağlayan analar olmuştur. Siyasi partileri, medyası harekatın arkasında ölümleri kutsarken, medyatik şovlar içinde Bülent Ersoy gibi birileri de çıkıp tamamen insani duygularla ölüm istemediğini, çözüm istediğini ve "bir oyun oynanıyor ve biz bunların oyuncağı oluyoruz" diyerek yaşanan feryatlar karşısında gerçekleri korkusuzca haykırabilmektedir. İnanıyoruz ki, insanlık duyguları ölümlere savaşlara bir gün galip gelecektir. Savaşlar; demokratik çözüm yollarını tıkamaktan, ölümlerden, acılardan, maddi kayıplardan ve ülkemizi emperyalist ülkelere daha da bağımlı hale getirmekten öte ülkemize halkımıza hiç bir şey kazandırmayacaktır; yıllardır bir şey kazandırmadığı gibi.
Satışlar devam ediyor, işçiler direniyor, toplum büyük çoğunlukla durumu seyrediyor, sanki sorun yalnızca tekel işçilerinin sorunuymuş gibi. Daha doğrusu işin farkında bile değil. Bir söz vardır "ateş düştüğü yeri yakar" diye,günümüz insanı tamda buna uygun hareket tarzını belirlemiş durumda. Bir toplum içinde yaşıyorsak ateş, sadece düştüğü yeri yakmıyor; hepimizi yakar, yakıyor, yakacak; çünkü bir toplumda her şey birbirine bağlıdır ve birbirini etkileyerek gelişmektedir..
Tuzla Tersanesinde artan ölüm olayları ve ardından işçilerin feryatları,kamu oyunun dikkatlerini nihayetinde bu alana çekmeye başladı. Ülkedeki taşeronlaşma son yıllar içinde çığ gibi büyüdü ve bu hükemet tarafından teşvik edildi. Taşeronlaşma demek; sendikasızlaşma, sigortasız çalışma, işverenin dayattığı ücrete ve her türlü koşullara köle gibi razı olmak demektir. Taşeronlaşma, patron için ucuz işgücü ve azami sömürü demektir. Tuzla Tersanesinde işlerin %95´i taşeron firmalarca yapıldığı açığa çıktı. Bu zamana kadar hiçbir denetimin yapılmadığı ve bu koşullara göz yumulduğu açık. Bir yanda işçiler üzerinden azami karlar yaratırken her türlü yasadışı uygulamaları görmezlikten gelinen patronlar, öte yanda karın tokluğuna çalışan, ölümleri "taktir-i ilahi" deyip geçilen gizlenen ve satın alınan ve meşru yaşam koşullarının oluşturulması ,insanca yaşam isteğiyle hak ararken polisin şiddetine maruz kalan, yasadışı bir eylem yapmışçasına gözaltına alınan işçiler.
Siyasi alanda, ekonomik alanda, sosyal alanda,kültürel alanda yoksul emekçi halkımız giderek daha çok kıskaç altına alınıyor; limon gibi sıkılıp tost gibi ezilip kızartılıyor. Nereye kadar?
Cephelerde ölen biz, işyerlerinde ölen ve aç kalan biz, sokakta aç, işsiz dolaşan biz, başımıza türban geçirilip teslim alınan beyinler ve köreltilen gözler biz. Tüm bedelleri biz öderken, işin kaymağını ise bizim dışımızdakiler yiyor, kim bunlar?
Muharrem Yazıcıoğlu´ndan size bir dörtlük,
Cephelerde mehmetçiğiz
Dar günlerde nöbetçiyiz
Hem üreten hem aşçıyız
Sofradan kovarlar bizi
Sağlıcakla kalın.