Her türlü abartının her türlü yakıştırmanın ötesinde toplumumuzun aydınlık bir siması, çok sevilen bir sanatçı olarak gerçekten toplumun gönlünde yer eden ender insanlardan birisisiniz. Bu gerçek size gösterilen ilgiden yurt içi yurt dışındaki insanların eğilimlerinden bunu anlamak çok güç değil bende gazeteci olarak bunu gözlemleyebiliyorum. Sesinizin güzelliği, etkileyiciliği, onun ötesinde yapınızla, görüş ve düşüncelerinizle halk üzerinde bir sevgi atmosferi yaratabilen bir insansınız. O yüzden bugün belki bir radyo programı oldu ama dergi ve kitap çalışması için çok kısa da olsa, klasikte olmuş olsa bir yaşam, bir geçmişe dönmek istiyorum. Çok kısaca neler söylersiniz ilk çocukluk günleriniz kafanızda oluşan imajlar o ana sizi götüren şeyler yani yetiştiğiniz ortam çocukluğunuz gençliğiniz biraz geçmişe dönsek doğduğunuz diyarlardan başlayarak.
― Benim baba yurdum Arguvan Kızık köyü. Türkü diyarı Sivas’a gelmiş iki-üç asır olmuş ailem. Köyümüz var, ozanlar diyarı Kangal Yaylacık köyündenim. Böyle gözünü açtığınız zaman her Alevi evinde saz olduğu gibi, böyle bir saz. Âşıklar, ozanlar etrafımızda. Muhabbetler cemler. Soruyorlar, kimden etkilendiniz, kim sizi yetiştirdi? Buna ihtiyaç olmadı. Çünkü sabah 5’lere kadar bir Feyzullah Çınar muhabbeti, bir Davut Sulari muhabbeti, bir Muhlis Akarsu muhabbeti. Aile dostumuz, onları dinleyerek çocuk yaşta benim kulağım doldu. Çok güzel diyar benim diyarım.
Ocakzadelik var mı? Kutsi olarak dedeler deniliyor, sizin ailenizde bir şey var mı?
― Biz Şah İbrahim talibiyiz. Ailemiz, cemlerde kurbancı hizmetinde bulunur.
Soyca ailece cemlerde bir 12 hizmetten birisini siz üstlenmişsiniz. Babadan oğula geçiyor ve o hizmetten dolayı da dedelerle ozanlarla diğer ailelerden fazla bir bağlantınız var mı?
― Muhakkak öyledir; ama ailede anne tarafından Müslüm Sümbül gibi ozanlarımız da var. Baba tarafından yine büyük dedelerim saz çalıp söylermiş. Ailemizde bu gelenek var. Dedemizi kaybettiğimiz zaman sonradan bilgilendim; çünkü Almanya’da büyüdük. Bir hata yapsak, babam derdi: Biz Aleviyiz, bize yakışmaz! Ben de düşünürdüm, niçin böyle diyor? Kendimizi sonradan, okuyarak öğrendik. Dedem de vefat ettiği zaman, beni sazla kaldırın diye vasiyeti vardı. Böyle bir geleneğimiz var. Ben seviyorum.
Kendi yörenizin dışında başka gelenler var mıydı? İnsan ilişkilerinden biraz daha bahseder misiniz?
― Cemlerde zaten dedeleri dinlerdik. Çayırlı’dan dedeler gelirdi.
Kimler gelirdi mesela?
― Bizim dedemiz İzzettin Doğan. Onun dışında ozanların konuk olmaları var. Babam çok seviyor. Çok küçük yaşımda ilkokulu bitirdim. Mahmut Erdal dedi ki, kızın sesi güzel! Firdevs ebem de cemlerde deyiş söyler. Kadınlar çok nadir söylerler.
Gümüşhane Şiran yöresinde dedenin koyduğu kurallardan birisidir. O yüzden bu gün bile söylenir. Ben Şiran’lıyım diğer yörelerden ben de sizi duydum. İlk kez bizde zorunluluk ceme girecek kadınlar üç tane deyiş ezberlemek zorunda diye dede bir kural koymuş.
― Ben de derlemelerim de rastlıyorum. Bizden evvelki jenerasyonda, o analarımızın bizim okuduğumuz, dedelerden alıp okuduğumuz deyişlere iştirak ettiklerini görüyorum. Siz haklısınız, deyişleri söylüyorlar. Ezbere biliyorlar. Hatalı okuduğum zaman, beni ikaz ediyorlar; sözleri yanlış okuduğum zaman ikaz ediyorlar, bu böyle idi. Böyle dinledik.
Kulağınızdaki dolgunluk o cemlerden dedelerden âşıklardan kalma desek olur mu? Muhabbetlerde bulundunuz mu, ne kadar bulundunuz?
― Muhabbetlerde akşamdan başlarlar, sabaha kadar sürerdi. O çocuk yaşlarda hiç uyumazdım. Hâlâ da ben uykucuyum, düzenli yaşıyorum 12’de yatarım; ama muhabbet olduğu zaman kesin uykum gelmez sabaha kadar dinlerim.
Analar, dedeler, âşıklar, ozanların ailenizin de içinde olmasından dolayı kendi eviniz bir çekim merkezi. Her evde o şans yok belki de?
― Feyzullah babanın Mahzuni babanın bizde konuk edilmeleri, babamın çok inançlı ozanları çok sevmesinden ileri geliyor. Babam Mahzuni’yi rüyasında görmüş; bana gidip sormamı söyledi. Kaybetmeyi istemiyor, çok seviyor belki aileden.
O kültürel yapıyı sizin yörenin çok canlı tuttuğunu anlıyoruz
― Mamaş köyümüz eski bir köy. Ozanları var Katibi, Suzani yaşayan bir tek kişi kaldı. Benim bu sene ki kaynağım Cemal dede.
Ona nasıl ulaşabiliriz onun adresi var mı nerede kendisi?
― Kendisi İzmir’de adresi şu an yok; ama sonra veririz. Cemal dede müzikle uğraşan bir adam Sivas’ta bandodan emekli. Müzik bilgisi çok; ama bizim kaynağımız yöre kültürü, çok etkili. Biz de kasetlerle uğraşıyoruz.
Daha sonra hayat ne oldu? sizleri nereye götürdü?
― Biz Türkmen uşağıyız. Çadırımız sırtımızda göçmek, yeni yerler görmek. Mersin doğumluyum. Ankara’da büyüdük, ilk mektep bitti orada. İlk mektep biter bitmez, Mahmut Erdal bana okutturuyorlar, bu arada sizin ailenin, sesi güzel kızın sesi güzel. Tamam. Bu arada okuyorum. Hadi bir plak yapalım, bu sırada babamlar yurt dışındalar. Küçük yaştayım, plağı yaptım; ama babam istemiyor. Küçük yaşta dünyaya bakışla olgun yaşta bakış ayrıdır. Yanlışlar yapmayayım diye izin vermedi; ama küçük yaşta plağımı yaptım.
Yurt dışı nasıl bir serüven, nasıl bir başlangıç nasıl oldu?
― Köy kökenli bir aileyiz. Yoksuluz, gece kondularda yaşadık. Birçok şeyi yaşadık. Belki de türkülerimin böyle olması, bunları anlıyor olmamdandır. Gurbeti yaşıyorum, köyü yaşıyorum.
Almanya’daki yıllarınız nasıldı?
― Orada yine işçi çocuğuyum. Yine müzik devam ediyor. O zaman Daim baba geliyor; mesela konsere gidiliyor. Biz onları buluyoruz, onlar bizi buluyor. Eve geliniyor bir hafta kalınıyor. Daim baba ile çok ilginç bir şeyim vardır benim. Ufak yaşlarda çok bağırarak okurdum. Rahmetli Daim baba dedi, kızım engin söyle. Bizde engin söylenir, o kadar dövüşür gibi türkü söylenir mi? Deyiş söylenir mi? Sesinin tonunu bul! Beni eğittiler de. Ahlaken olsun, bu kültürü verirken olsun, eğittiler. Bunu ben yıllar sonra anladım. Arif hoca ile çalışırken anladım. Güzel bir ses tonu hoca ile birlikte yakaladık. Deyişlerimiz daha bir güzel oldu. Onun o eğitici lafı kulağımda kaldı.
Nasıl başladı, ilk konser, ilk etkinlikler, ilk kaset?
― Daim baba ile olsun Mahmut Erdal’la olsun, konserlere götürüyorlardı beni; ama yaşım küçük olduğu için, babam kısıtlama yapıyordu bana. Ama Türkiye’ye 75’lerde dönüş yaptığımız zaman, radyo imtihanları olsun o zaman tamamdır, yaş kemallerini buldu. Kararlarını daha akıllıca verebilir, daha engin oldu, diye rahatça kasetlerimi yaptım. 12 kasetim var. Konserlerim daha seçici olarak bugün Avrupa festivalleri var. Caz festivalleri var. Alevi deyişi olarak çok beğendiler.
Derlemecilikten girdik, o zaman müziğin evrenselliği var, başka temalar var. Caz, hafif müzik, klasik müzik Anadolu’da onbin yıllık bir kültürün ürünü olarak halk müziği türküler, türküler halkın ortak dili, duygusu, bağırması, yergisi, sevinci, sevgisi, sitemi. Her şeyi türkülere dökmüş halk. Destansı anlatımlar var türkülerde ve yazılı bir kaynak olmamasına rağmen, sözlü bir kaynağın, kültürün en önemli unsurlarından birisi türküler, şiirler, deyişler. Birbirlerinin içine geçmiş şeyler, o zaman siz de Anadolu’dan gelen birisi olarak, Anadolu insanının bir parçası olarak, onların hislerine tercüman oldunuz. Tabiiki küçüklükten beri yaşadınız, paylaştınız. Fakat bir de bunun evrensel bir dili var. Bunu Anadolu insanı söylüyor. Sizin gibi değerli sanatçılar bunu söylüyor; ama bu bir evrensel yankılanma bulabiliyor mu? Daha doğrusu nasıl ki farklı ulusların müzikleri diğer ulusların üzerinde etkili olabiliyorsa, sevilebiliyorsa, türküler de başka milletleri etkileyebilecek güçte midir? Siz o kanıda mısınız? Dil olarak belki bir şey anlamıyor, fakat melodik ses tınısından bir şeyler anlayabiliniyor mu? Sizin gözlemleriniz nedir?
― Oğuz Aral aydın bir insan. Bir gün bize dedi ki, bir Alevi sanatçısı olarak ya da türkü söyleyen bir insan olarak, Anadolu’da sizin ilerlemeniz siyasi olarak mümkün değil. Paranız yok. Her alanda kısıtlısınız. Hiçbir şeyiniz yok; ama sizin elinizde olan bir şey var. Aynı zencilerde, aynı Kızılderililerde olduğu gibi, güzel bir müziğiniz var. Bu müziği siz alıp dinlenebilir bir halde Avrupalıya Amerikalıya söylerseniz, sen bu iş için en büyük hizmeti yapmış olursun, dedi. Ve yıllardır bize teklif edilen caz festivallerini 97’de ilk kabul ettik.
Nasıl oldu bu? Çok ilginç bir şey bu?
― Caz da biliyorsunuz, serbest okunan bir müzik tarzı. Halkla alakalı. Bu beni ilgilendirdi. Bizim yaptığımız da bu idi. Dedelerimiz ozanlarımız da doğaçlama okuyordu. Bu bana çok yabancı değildi. İlk defa bir halk müziği sanatçısı, bir caz festivaline davet edildi. Ama deyiş ağırlıklı olan ben, Londra’da Hacı Bektaş gecelerine katılıyordum. O tarzı çok beğendiler. Çünkü, farklı olan o bizim yaptığımız iş. Ahenk çok farklı, onu sevdiler. Konserlerde önce hayranlık vardı. Sonra profesyonellik oluştu. Onlar için doldurabilmek önemli idi. Bize iki gün verdiler. Bu müzik doldurabilir, dediler. Londra dışı üç konserimiz var. Paris’te üç ayrı merkezde var. Bir de 10.17’sinde olan gece çok özel. O geceden hanım müzisyenler Türkiye’den de Sabahat Akkiraz. Yunanistan, İran, Cezayir, İspanya yaklâşık on konser. Biz finalini yapmaya gidiyoruz. Final çok önemli. Konser de zaten bir açılış konseri, çok önemli. Bir de final çok önemli. Bu ayın 17’sinde biz finalini yapmaya gidiyoruz. Londra’da ve dünyanın en büyük salonlarından birisi. Bunlarla ilgili Cumhuriyet’te bir yazı çıkacak oradan da alabilirsiniz. Sizin o evrensellik hakkındaki yaklaşım, çok doğru bir şey. Onların sazları ile gitarları ile piyanoları ile bir ortak çalışma yaptık. Zaten onlar da beğendiler, size eşlik edelim dediler. CD teklifleri de var; ama ben otantik olmasından yanayım.
Doğal dokusu bozulmadan yüzyıllardır gelen yapı, geldiği gibi kalsın diyorsunuz. Çağımızda müzik aletleri bakımından ses tonları bakımından yeni yeni gelişmeler oluyor; fakat bağlamanın sapı uzundu kısaltılır mı, üçlü bağlama, beşli bağlama.. Bir şeyler oluyor; fakat siz özde şunu mu söylüyorsunuz, halk müziği halkın yarattığı bir şey ise halkımızda hâlâ varsa, halkın sorunları düşünceleri varsa, yüzyıllardır yaşamış olduğu toplumun seviyesinin dışında, başka bir şekle bürünmemiş ise, bu halk burada ise, sorunlar burada ise, yanık bağrı burada ise, yanık bir sevdadır türkülerim diyorsa, türküleri söylemeye devam diyorsa, böyle mi söylensin diyorsunuz?
― Ben böyle yaşayarak geldim. Bunu yapıyorum. Ama benden sonra, efendim uzay çağı, işte gökte uçan tayyara diye söyledi, o da diyecek galaksi aya gidiyorum, bunları söyleyecek o çağı yaşayacak.
Çok zengin inanç ve kültürün içinden geliyorsunuz. Alevilik Bektaşilik deyince ne dersiniz? Çok şey vardır; ama sizin düşünceniz nedir?
― Çok zor bir soru bu Mevlana’ya demişler aşkı tarif et, çok zor bu soru demiş. Yaşanılıyor bazı şeyler tarif edilmez
Yaşanılıyor, ama ne yaşıyorsunuz Alevilikte? Neyi yaşıyorsunuz, ne var onda?
― Duygularımı ve inancımı tarif etmem tabii ki zor. Yaşadıklarımı da tarif etmem tabii ki zor; ama bir daha dünyaya gelsem tabii ki Ali olarak gelmek istiyorum.
Niçin? Ali için mi, Veli için mi? Niçin Hacı Bektaş’ta göz yaşı döküyorsunuz?
― İnsan değerleri var. Bir de Ali var. Dini imanı kendinin olsun; ama Ali bizim olsun.
Konserlere gidiyorsunuz. Birçok kurumlara gidiyorsunuz, görüşüyorsunuz. Başkanlar var, yazarlar var, örgüt liderleri var. Türkiye’de, Avrupa’da, Almanya’da yüzlerce binlerce sayı ile ifade edilebiliyor, genel olarak halkın beklentilerine niçin yanıt veremiyor? Sizce bu kurum ve kuruluşlar nerelerde hata yapıyorlar?
― Kusur görmek kendi kusurunu görmektir en başta. Sivas olaylarından sonra duygusal bir süreç yaşadık. Örgüt edilmediğimiz için, başkanlık yapan, görev verdiğimiz insanların, belki bana kızacaklar; ama söz sırası geldi, doğru söyleyeceğim, hep yetersiz olmaları, çoğunun kendilerine çalışması diyorum ben. Halk da kitleden uzaklaşıyor, sanatçı da uzaklaşıyor, çünkü benim inancım siyaset üstüdür.
Bir sanatçı olarak şikâyetlerinizi nerelerde yoğunlaştırıyorsunuz? Alevi Bektaşi toplumu gerçek aydınını yaratamadı mı? Ya da gerçek aydın olarak çıkanlar, topluma bir şeyler veremedikleri gibi, onlara öncülük yapma, bilgi aktarma konusunda yeterli çabayı gösteremediler mi? Buna sanatçıları da dahil edebilir miyiz?
― Ben inanca bağlıyorum efendim. Her işte inanç vardır ben sanatıma inanırım; adam marangozdur kendine inanır, yapacağına inanır. Ben cidden örgütlülük olsun diye hepsini sıralamayayım. Almanya’daki fedarasyonda bilir, Cem’de bilir. İnancım doğrultusunda birçok gecelere katıldım; ama hiç hoşnut olmadım. Asıl Alevilik ilkesine aykırı davrandılar. Oradaki ince noktayı hemen belirtelim ki, biz bazen herkesten daha büyük ilgi görmekten de rahatsız oluyoruz. Bir yere üç tane sanatçı gidersin beni beş yıldızlı otele koyar, arkadaşımı eve misafir edersen ben rahatsız olurum. Hacı Bektaş’ta yaşadık. Sanatçıların şevkini kırmasınlar, inanca hizmet eden insanı harcamasınlar. Bir yerde bazı insanlar yakılacak, aç kalacak Muhlis Akarsu gibi, Hasret Gültekin gibi, Edibe Sulari gibi. Hiç kimse adını anmaz; ama onların görmediği saygıyı başkalarına göstereceksin, biraz vefa istiyoruz.
Bu ses olabilir, Alevi Bektaşi toplumunun içerisinde. Sanatçılara yönelik. Onların da bazı sitemleri var. Siz bir sanatçı olarak, aynen yazarlar, örgüt liderleri, Alevi Bektaşi toplumunun sesi olma yönünde bir gösterge yapan çaba harcayan sanatçıların da tam görevlerini yaptığına inanıyor musunuz ya da eleştiri yapacak mısınız?
― Felsefemizde bize verildi ki hep incitmekten korkarım ben. O yüzden her koyun kendi bacağından asılır; ama ben çok dikkat ettim. Gerek işimde gerek ilişkilerimde kendi öğretilerime tabi olmaya çalıştım. Onure de edildim. Tacım dedenin yerine. Büyük sanatçı mı var; ama bir de şimdiki insanları düşün, derlemeler yapıyoruz eserlerini okuyoruz, birazcık olsun nur içinde yatsınlar biraz kadir şinas olsun.
Halk ozanları sanatçıları çok eleştiyorlar gerçek üreten bizleriz, sanatçılar bizlerin eserini aldılar. 30 halk ozanı ile görüştüm; bunların çok ciddi yakınmaları var ses sanatçılarına.
― Ozanlık geleneğinde insanlar kendileri yaşar, kendileri söyler. Davut baba gibi büyük ozanlar geldi geçti. Gerçek ozanlar Daim baba, Feyzullah Çınar, Davut baba, onlar bu konuyu gündeme bile getirmezler ağızlarına almazlar, onlar dönemlerinin en büyük insanları.
Halkın içinden geldiniz. Daha çok olumlu yanlar olumsuzlukları içimizde halledelim, olumlulukları ön plana çıkaralım, diyorsunuz ve bu toplumun sesini soluğunu, kültürünü, türküsünü, evrensel bir mesaj olarak dışa doğru yansıtmaya hep beraber çalışalım, hizmet bilelim. Peki ne yapalım, aydınlar-yazarlar az çok okumuşlar-okumamışlar, örgütler-aydınlar, çünkü bugün radyolarımız dergilerimiz var; ama ciddi manada eğer üretken bir hale gelmezse, bu toplumun üstünde bulunanlar, yazarlar-aydınlar ciddi manada topluma tekrar bir dönüşüm yolları veremezlerse, toplumda bir yılgınlık, geri adım atma olabilir, o yüzden ne yapalım?
― Pir Sultan şimdiki talibin Hünkârı. Çoktuk, o türküler o zamanda söylendi, şimdi de söyleniyor. Biz sadece Türkiye’de kaset satıp, sadece bizim kitle ile beraber olacağız, dünyada bu işi bizden daha iyi yapan yok. Vizyonu geniş tutacağız. Hedefi genişleteceğiz, müzik konusunda biz bunun en iyisini yapacağız. Repertuvar seçerken hiç sorun yaşamıyoruz. Feyzullah Çınar 70’li yıllarda Fransa’da CD yaptı bir milyon sattı. Davut baba gitti, Amerika’da konserler verdi.
Bir Alevi Bektaşi enstitüsü var mı? Yapacak çok işimiz var.
― Türkiye’nin en büyük arşivini yapmaya çalışıyoruz. Alevi Bektaşi konusunda yüzlerce kaset doldurduk. Ankara’da ozan avına çıktık. Türkü aldık. Biraz cimrilik var ozanlarda. Malzemeyi beraber götürüyorlar. Bu dünya kimsenin etrafında dönmüyor. Sen düzeyini yap. Zülfü Livaneli diyor ki işini iyi yaptığın zaman, iyi müzik yaptığın zaman, kesinlikle dinletirsin ve aç kalmazsın. Biz yıllardır Türk halk müziğinde kaliteli müzik yapıyoruz. 12 tane kaset yapmışız; 30 milyona yakın albüm satmış.