Devran ettik Divriği’yi Eğin’i
Aman Onar Dede sen imdat eyle !
Pervaz ettik Göldağı’nı Gebüğ’ü
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !
Kan revan mihman olduk Onar’a
Himmet edin erler, ceme çerağa
Bir desti tutmaya geldim demana
Aman Onar Dede sen imdat eyle !
Yoluna serimi meydana koydum
Özümü bağladım dârına durdum
O nazlı Pirime niyaza geldim
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !
Gardaşlarım yolda zârnan gidiyor
Düşmanlarım şad oldu da gülüyor
Boz bulanık akan sele gidiyor
Aman Onar Dede sen imdat eyle !
Küffar tutmuş öbek öbek dağları
Kalmadı yaylamızın yazı baharı
Sinemde kor oldu bu derdin nârı
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !
Adın Şeyh Hasan’dır, hem derik Oner
Elbet er olanda bulunur hüner
Adını işiten secdeye iner
Aman Onar Dede sen imdat eyle !
Kimimiz dardadır, kimimiz yolda
Kimimiz zulümatta, kandadır kanda
Tut elimizi koyma bizi dar günde
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !
Dört duvar üstüne binasını kuran
Mahrum kalmaz eşiğine yüz süren
Horasan elinden azmedip gelen
Aman Onar Dede sen imdat eyle !
Kalkıp Horasan’dan sökün edensin
Urum diyarını mekân tutansın
Çağıranın imdadına yetensin
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !
PİR SULTAN’ım düşmüş dürür cüdaya
Halimi arz edeyim Bari Hüda’ya
Bu can kurban olsun Onar Dede’ye
Aman Onar Dede sen imdat eyle !…
Dr. Kaygusuz, "Onar Dede Destanı-II" adlı Pir Sultan’a ait nefesin 6 kıtasını derlemiştir [71]. Biz ise 10 kıta olarak yaşlılardan derledik. "Pir Sultan (1475/80-1548/50)’ın Çaldıran öncesi ve sonrası yapılan (Kızılbaş) kırımdan kurtulması, Divriği-Arapkir-Kemaliye ilçelerinin ortak otlağı olan Sarı Çiçek Yaylası’nda Koca Haydar adıyla bir zaman gizlenmiş olmasına bağlanabilir� [72] diyen Dr. Kaygusuz, Onar köyüne de burada bulunduğu zaman içinde konuk olduğunu ve Şeyh Hasan Onar’ın türbesini ziyaret ederek yardım istediğini belirtmektedir.
İbrahim Aslanoğlu.ise bu görüşe karşı çıkarak gerçek Pir Sultan olmadığını belirtmekte, 6 tane Pir Sultan saptamasında bulunmakta ve bu sayının daha da çoğalacağını belirtmektedir [73].
"Bozkırın tezenesi ve Türkmen başkaldırısı simgesi" olan Pir Sultan Abdal, yaşadığı zaman diliminde hep kaçkındır. İyi bir propagandist ve örgütleyici olan Pir Sultan; Anadolu ve Rumeli’deki bütün dergâhları dolaşır. Osmanlılarca arandığı dönemlerde takma ad kullanarak şiirler söyler. Bu nedenle de onlarca Pir Sultan vardır. Pir Sultan, Kızılbaş Türkmenlerin tarihsel hafızasıdır. Şiirlerinde Türk kültür ve tarihinin bir parçasını görmekteyiz. Bu nedenle İ. Aslanoğlu’nun görüşlerine katılamıyorum. Olay ve olgulara diyalektik bir yöntemle yaklaştığımızda Pir Sultan Abdallar’ın bire indirgendiği nesnel olarak görülecektir.
Pir Sultan; Onar Dede Nefesi’nde "Devran ettik Divriği’yi Eğin’i/ …/Pervaz ettik Göldağı’nı Gebüğ’ü" demektedir ki; bölgede dolaştığını anlatmaktadır.
Göldağı, Sarı Çiçek Yaylası’nın bir uzantısıdır. Gebük köyü de Onar köyüne yakın Arapkir’e bağlı bir yerleşim birimi olup Alevi’dir. Kanımızca, Pir Sultan o devirde kaçak olduğu için Alevi köylerini dolaşarak ülkenin ve halkın durumunu anlatmaktadır.
Hangi tarihte Arapgir’in Onar köyüne geldiği bilinmemektedir. Pir Sultan’ın Onar’da kaç gün kalıp yörede hangi faaliyette bulunduğu da şiirinden anlaşılmamaktadır. Anladığımız tek şey zor durumda kaldığı ve yardım istediğidir. Kızılbaş olan Onar köylülerinin de ne tip yardımlarda bulunduğu belli değildir. Yörede Şah İsmail ve Pir Sultan ile Kul Himmet ve Kul Hüseyin’le ilgili çok sayıda rivayetler vardır. Anonim olan bu hikayeler zaman kavramını da geniş tutmuştur. Bazıları Pir Sultan’ın yaşadığı döneme ilişkin değildir.
Pir Sultan´ı Arapgir’de Onar Zâviyesinde, Merzifon’da Piri Baba Tekkesi’nde… Dimotoka’da Kızıl Deli Dergâh’ında da görmek mümkündür. Pir Sultan; Türkmenleri "münkire kılıç çalmak için" birliğe ve dirliğe çağırır…
VI. ŞEYH HASAN İLE PİRİ BABA SÖYLENCESİ
Şeyh Hasan (Tabanbükü) köyündeki söylencelere göre; Şeyh Hasan bu köyde iken bekarmış; Dersim (Tunceli) yöresine giderek orda bir Zaza Beyi’nin kızıyla evlenmiş, çoluk çoçuğa karışmış ve bugünkü Şeyh Hasanânlı Aşiretleri oluşmuş..
Onar köyündeki söylenceye göre ise; yöreye geldiğinde dul imiş ve yanında Şıh Bahşiş adında yiğit bir oğlu varmış… Söylence şöyledir:
"Bir oğlu varmış adı Şıh Bahşiş; ermiş mi ermiş. Yiğit mi yiğit. Erlikten evliyalıktan yana babasıyla yarışa hazır. Ama önce ev bark gerek, bir de ana gerek; mağaradan, çadırdan çıkmak gerek… Koca derviş almış başını yitmiş bir süre… Rutik Beyi Piri Baba’yı ziyarete gitmiş [74]. Piri Baba’nın kızını isteyip, düğün dernek evlenmiş. Artık evler yapıp, bir köy kurma zamanı gelmiş… Şeyh Hasan, tekkesini yaptırmış, köyü kurup "Onar" adını vermiş. Derken bir gün kayınpederi Piri Baba; Onu ziyarete gelmiş. Evini, tekkesini, düzenini ve edep erkânını beğenmiş ama, "suyun az demiş, suyunu çoğaltmak gerek !" demiş. Ve vaktiyle söğüt sopasının (Şeyh Hasan’ın asasının) yeşerdiği yerin yukarısındaki, kuru (kepir) toprağı tekmelemeye başlamış. Esrimiş, coşmuş ve coştukça tekme vurmuş. Derken toprak iki şakka olup, parmak kalınlığında su çıkmış [75]. Ancak, Şeyh Hasan Oner, kayınpederinin bu keramet gösterisine çok çok içerlemiş. Düşünceli düşünceli ilerlerken birden, "Ya Hakk..!" diye bir çığırış çığırmış ki; yer gök sarsılmış ve bir tekme vurmuş az ilerideki kayaya; koca kaya yarılmış, kol, bacak değil, gövde kalınlığında bir su akmaya başlamış gürül gürül… [769. Dersini alan Piri Baba, ardına bile bakmadan çekip gitmiş, bir daha da sözüne söz etmemiş… [77].
Şeyh Hasan’ın oğlunun da bulunduğu bu keramet gösterisi öyküsünün Baba Ishak olayları ile ilgili "meşveret toplantısı" olabileceği kanısındayız. Piri Baba’nın da Merzifon’a gitme gerekçesini bu olaya bağlayarak geniş şekilde Cem ve Şahkulu Dergilerinde açıklamıştım [78].
"Onar Dede Destanı"nda da bu keramet anlatılmaktadır. Piri Baba’nın Merzifon’da Sarıbayındır denilen semte yerleştiği belirtilir. Şeyh Hasan’ın Piri Baba’nın kızıyla evliliğinden 8’i erkek, 2’si kız olmak üzere 10 evladı olmuştur. Onar köyündeki kabileler Şeyh Hasan’ın çoçuklarının adlarıyla anılmaktadırlar. Benim kabilemde "Habib Hasanoğulları" olarak Osmanlı kayıtlarında geçmektedir.
VII. ŞIH BAHŞİŞ VE BAHŞİŞLİ OYMAKLARI
Bahşi sözcüğü (Sanskrit aslında bhikshu, Çince po-shil, yani "bilgin adam", "muallim") başlarda sadece Budhist târik-i dünyalarına verilen bir ad iken bu sözcük, Moğol Devleti’nde "kâtip memuru" manasına gelir olmuş. Buradan da Moğol’ların hizmetinde bulunan aydın Uygur’ların Buddhist ruhban sınıfına mensup bulundukları anlaşılıyor. Uygur Buddhistleri, bugünkü Moğolistan Buddhistleri gibi, mukaddes kitaplarına NOM derlerdi ki, Süryanî’lerin de kabullendikleri bu Grek sözcüğün Uygur ülkesine Manihaistler tarafından taşındığında şüphe yoktur. Uzak-Doğu ile Ön-Asya birbirlerine o kadar yakınlaşmışlar… [79]
Farsça bir kelime olan, Bahş: bağış, ihsan, bağışlayıcı, verici anlamındadır. Bahşayış: bağışlayış, bağışlama; Bahşiş ise bağışlama demektir [80]. Bu anlamdan ötürü de Bahşiş sözcüğü Türkler�de ulüvviyet ile eşanlamlı kullanılarak; ulvi, ulviyye manasında Göğe ve manevi aleme mensup kimse (ulu zat)’lara verilen ünvan olarak kullanılmıştır.
Uygurlar genellikle "Güneş’e tapma"larına karşın; Manihaist, Buddhist, Hıristiyan dinleri gibi çok inançlı bir toplumdu. Uygurlar düşlümanlığı kabülleriyle birlikte eski inançlarıyla bu yeni dinlerini de bağdaştırarak, "kültür inanç" birlikteliğini sağlamışlardır. Eski geleneksel dinlerinin Ulu-önderlerinin de ünvan ve makamlarını koruyarak İslâmiyete taşımışlardır. Bahşiş ünvanı ve orunu da bunlardan biridir.
Prof. Dr. İnan’a göre: Kazaklar�ın "Bahsı", Kırgızlar�ın "Bahşi" dedikleri kelimeler; Buda dini vasıtasıyla gelmiş yabancı kelimelerdir. Şaman kelimesi de Buda Rahibi anlamına gelmektedir. Türkçe’de bunların karşılığı "KAM"dır. Moğollar "Bahşi" kelimesini öğretmen, Mürşit anlamında ünvan olarak kullanılmaktadır. Türkmenler "Bagşi" kelimesini saz şairi manasında ifade ederler [81].
Hint-Türk İmparatorluğu’nda askeri yöneticilere "Bahşi" denirdi. "Mirbahşi" harcamalardan sorumlu yönetici, maliyeci vezir demekti. Timur’un mülki devlet teşkilatında "Bahşi" ünvanlı uygurlar görülmektedir [82].
Vânbery’in 1863 tarihli oymak listesinde "Bahşi Oymağı" adı geçmektedir [83] ki, bu sözcüğü Türkler oymak adı olarak da kullanmaktadırlar.
Prof. Dr. Caferoğlu: "Şamanizm dini yolu ile, halkın milli inançlarını teminat altına alan Bahşiler, aynı itina ile mazisinin ve milli tarihin, yüz güldüren canlı sayfalarını Öz Türkçe ile sermeye çalışmışlardır. "Mollalı köy korkak, Bahşili köy ise kahramandır". Atasözü, Özbek Türk’ünün mazi yadigarına olan inancını en iyi belirten bir vecizedir" demektedir [84].
Bu araştırmalardan anlaşılmaktadır ki; Bahşi kelimesi, Askeri ve idari yöneticilerine, Eğitimci ve ülemâya, Tasavvuf erbabı mürşitlere, kopuz çalan ozanlara, büyücü ve efsuncu şaman ve kamlara verilen bir ünvandır. Aynı şekilde Anadolu’da da dede ve babalara denilmektedir.
A. ŞIH BAHŞİŞ
Şeyh Hasan’ın Horasan’da bir seyyide ile evliliğinden olma oğlu olan Şıh Bahşiş’in esas adı Seyyid İbrahim’dir. Şeyh Hasan’ın Bayat Boyu Beyi olan Bahşi Han’ın adını taşıyan Şıh Bahşi, halk arasında Şıh Bahşiş olarak anılmaktadır. Şeyh İbrahim de denilen Şıh Bahşi; tüm Türk boylarının içerik olarak "bahşi" sözcüğüne yükledikleri anlam ve ifadeleri ile bütün özellikleri taşımaktadır.
Şıh Bahşiş; Hz. Muhammed-Hz. Ali soyundan 7. İmam Musa-i Kazım torunlarından olduğu için seyyittir. Alevi öğreti ve yol zincirinin en üst mertebesi olan mürşidlik makamındadır. Bilgili ve keramet ehli ulu bir zattır. Bağışlayıcı, el ve avcundakileri yoksullara veren, cömert bir erdir. Bahşişli oymaklarından olan "Okçu Birlikleri"nin beyi ve askeri komutanıdır.
İşte tüm bu karizmasından dolayı da Şeyh İbrahim’e "Bahşi" ünvanı ve tasavvufi makamından gelen, yüksek bir mevki olan; Alevi terminolojisi ve Türkmen geleneğindeki, "Şıh Bahşiş" denmiştir. Ayrıca, Şeyh Hasan’ın dedesi Bahşi Han, Orta-Asya Yesi bölgesinde Türkmenlerce "Kutsal Ulu Ata" olarak kabul gördüğünden; "Atalar kültü" gereği Şeyh İbrahim’e de töre kuralı olarak "Şıh Bahşiş" denmiştir.
Ulu ozan, Kızılbaşların piri Kul Himmet, bir nefesinde Anadolu’daki erleri-evliyaları sayarken, "Şeyh İbrahim Şeyh Hasan’ın gülüdür" demektedir ki baba-oğul ilişkisini somut bir biçimde belirtmektedir. Aynı şiirde Şeyh Hasan’ın kardeşi Şeyh Ahmet Dede’nin torunlarından olan iki ozan baba-oğulu da şöyle anmaktadır: "Teslim Abdal Derviş Ali davacı / Göremedim pirimi dertliyim dertli" demektedir [85].
Şıh Bahşiş’in Onar köyünde bir tekkesi bulunmaktadır. Osmanlı kayıtlarında "Bahşayış oğulları" diye geçen ve bugün "arslan" soyadını taşıyan Arapgir Onar köyünde Şıh Bahşiş´in torunları olan aileler vardır. Diğer yandan Baskil’in Adaf (Kumlutarla) köyünde de Şıh Bahşiş’in türbesi ve tekkesi bulunmaktadır.
Şıh Bahşiş, Adaf yöresine gelerek 7 köyü kendine bağlamış ve yeni bir aşiret yapılanması oluşturmuştur. Adına da "Bahşişli ya da Bahşayışlu" cemaati ve oymağı denmiştir. Söylenceye göre de, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat; bu yöreyi Şıh Bahşiş’e vakfetmiş, şeyhlik beratını ve seyyidlik şeceresini de onaylamıştır. Daha sonradan Kerbelâ Tekkesi’nden alınan şereler de vardır ki bunlar Hüseyin Ütebay ailesindedir. Şıh Bahşiş 13-14. yüzyılda yaşamıştır, kanısındayız…
Kayseri Müzesi’nde bulunan bir kitabeden "Bahşayış Han" adıyla anılan zattan bahsedilmektedir. Ertena Oğulları’ndan ve Beyliğin kurucusu Aleaddin Eretna (1335-1352) Beyi, Karamanoğulları’nın elinden kurtararak tahtına iade eden Bahşayış Bey’dir. Demek ki, Bahşayış Bey bu dönemde yaşamıştır. Müzedeki mezartaşında ölüm tarihi H. 748 (M.1347) yazılıdır. Şah Kutluğ Hatun’un oğlu Haydar Bey�in oğlu Bahşayış olarak belirtilmiştir [86]. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Anadolu’ya Orta-Asya’dan gelmiş ve İslâmiyete yeni intibak etmeye çalışan Türkmen Beyleri eski ünvanlarını hala korumaktadırlar. Bahşi türevleri de bunlardan sadece biridir.
B. ATAF KÖYÜ
1977 yılında Mehmet Özdoğan’ın Fırat Havzası Araştırmalarında Elazığ’ın Baskil ilçesine bağlı Ataf (Kumlutarla) köyü de yer almaktadır:
Fırat, Ataf köyünün olduğu yerden boğazdan çıkarak geniş bir yatak içinde çeşitli kollara ayrılarak adalar oluşturmaktadır. Höyük, köyün bulunduğu yerde, Hıştıkan deresinin getirmiş olduğu alüvyonlarla oluşan küçük bir kıyı ovası bulunmaktadır. Kıyı ovası höyük, köyün güneyinde yeniden daralmakta ve Muşar dağının alt eteklerini oluşturan sırtlar Fırat kıyısına kadar inmektedir. Baskil ilçesinin 32 km. kadar kuzey batısında, Fırat kıyısında olan, Ataf, yaklaşık 35 haneli toplu bir köydür. Höyük köy mezarlığı; iki bölümden oluşmaktadır. Güneyde kalan Arhasoğlu mezarlığında küçük bir türbenin yıkıntısı bulunmaktadır. Oldukça özenli olarak kesme taşlardan yapılmış olan türbenin iki ayağı, bir kemeri ve kısmen köşe üçgenleri ayakta kalmış; geri kalanının 15 yıl önce yıkılmış olduğu söylendi. Her iki mezarlıkta da çok sayıda taş sanduka mezar var. Uzun yazıtları olan mezarların işçiliği oldukça iyidir [87].
Ataf köylüleri şimdi çoğunlukla İstanbul’da oturmaktadırlar. Köy, Karakaya barajı gölü içinde kalmıştır. Tarihi Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait şahideler ve sandukalar sulara gömüimüştür. Güneş gülü motifli ve Mür-ü Süleymanlı yıldızlı mezartaşları, Türk Tarihi’nin Anadolu’daki önemli belgeleriydi.
Ataf köyünde üç önemli ziyaret mekanı vardır [88]. Ataf köylüleri, kubbeli ve kesme taş örgülü yapılar olan türbe ve tekke kutsanarak bugüne dek korunmuştu demektedirler. Ziyaret yerleri şunlar idi:
Şıh Bahşiş Türbesi ve Tekkesi: Ütebay Ailesi, dede ve tekkeşin olarak bu yerlerin sorumluları idi.
Bez-i Besten Türbesi: Alo Dede ailesinin sorumluluğundadır.
Yedi Kişi Türbesi: Kel Mehmetler ailesinin sorumluluğunda idi. Bu ziyaretlere getirilen kurbanlar ve adaklar anılan ailelerce organize edilerek köy halkına üleştirilirdi. Köyde Ayn-ı Cemler dede ailesince, yani Şıh Bahşiş Ocaklılarınca icra edilirdi. Bugün ise, Şıh Bahşiş Ocağı dedesi olarak Hüseyin Ütebay, İstanbul’da geleneksel olarak dini görevini mutat zamanlarda icra etmektedir.